Sıcak bir yaz günüydü.Her zamanki gibi arkadaş grubumuzda okyanusa sörf yapmaya gidiyorduk.Sörf tahtalarımızı aldık ve okyanusa doğru koşmaya başladık.Dalgaları yakalamaya çalışırken kıyıdan çok uzaklaştığımızı fark ettik.Hâlâ daha derine gitmek isteyen arkadaşlarıma bağırdım:
"Geri dönelim,birazdan kaybolacağız!"
Biraz ötede olan Arthur etrafına bakındı:
"Sophia haklı arkadaşlar.Başımıza bir şey gelmeden geri dönsek iyi olacak.Austin alaycı bir kahkaha attı:
"Siz ne korkak çıktınız.Gören de Atlantik Okyanusu'nu yarıladığımızı sanacak dedi ve ilerlemeye devam etti.Diana,Ruby,Grace ve Evan kararsızca bize bakıyorlardı.Austin'i tek başına bırakamayacağımızdan mecburen biz de arkasından gittik.Okyanusta sörf tahtalarımızla ilerlerken Austin birden bağırdı:
"Bakın,şurada bir kara parçası var!Hadi oraya gidip dinlenelim."
Dayanamayıp patladım:
"Austin sen kafayı mı yedin?İnat edip bizi getirdiğin yere bak ve üstelik neyi düğü belirsiz olan bir yere gidip dinlenmemizi mi istiyorsun?Artık nerede olduğumuzu bile bilmiyoruz.
"Sakin olmaya çalışalım."
Bunu söyleyen Arthur'du fakat o da pek sakin gibi görünmüyordu.
"Ruby'nin telefonu var değil mi Ruby?"
Ruby'ye baktım ve tekrarladım:
"Değil mi?"
Ruby mahcup mahcup etrafa bakındı.
"Telefonumu almadım."
Ellerimi kaldırdım.
"İnanamıyorum!Hepimizin telefon alması konusunda ısrarcı olduğumuzu biliyorsun.Her ihtimale karşı birinde telefon olması gerekiyor ki iletişim kurabilelim ve bugün de aramızda konuştuğumuzda sen alırım demiştin bu yüzden hiçbirimizi almadık."
"Özür dilerim."
Ruby'nin gözleri dolmuş gibiydi.Kendine bağrılması konusunda bu kadar hassas olduğunu biliyordum.Çok düşüncesizce davranmış olmalıyım."
Arthur yanıma geldi ve sakinleşmem için omzuma dokundu.Gülümseyince ben de gülümsedim.Tam o sırada Austin'in kara parçası dediği şeyin hareket ettiğini gördük ve muhtemelen de balinayı.Hepimiz oraya kilitlenmiştik.Kendimize gelince hızla yüzmeye başladık.Bir geminin sesi geliyordu,oraya doğru yüzdük.Sonunda gemiye ulaştık.Küçük bir gemiydi bu.Geminin verandasında bir kadın oturuyordu.Hep biraz ağızdan bağırdık.
"Yardım edin!Yakınlarda balina var lütfen!"
Kadın bizi fark edince oturduğu yerden kalkıp bizi güverteye çıkarttı.Titrediğimizi görünce içeriden örtünecek bir şeyler getirdi.Biraz soluklanıp ona her şeyi anlattık.Kadın yardım çağırmak için telsizin olduğu yere giderken geminin altına bir şey çarptı.Bu balina olmalıydı.Kadın sendeleyip yere çakıldı.Biz ise hala şoktaydık.Kalkıp yardım etmeye çalıştıysak da sallantıda yere düşmeye devam ettik.Balina geminin altında dolaşıyordu.İstese burayı yerle bir edebilirdi fakat şu anda bir tür güç gösterisi yapıp bizimle oyun oynuyor olmalıydı.Kadın ayağa kalkıp içeri gitmeye çalıştığında ise balina bir darbe daha vurdu.Gözlerimize inanamadık.Kadın okyanusun içine düşmüştü.Ayaklanıp bakmaya çalıştık.Balina oradaydı ve yapabileceğimiz hiçbir şey kalmamıştı.Hepimiz şokta olmalıyız ki ne yaptigimizi bilemez hale dönmüştük.Orada en son hatırladığım şey,yere düşüp kafamın bir şeye çarpmasıydı.Bayılmıştım herhalde.Uyandığımda kulaklarımda okyanusun dalgasının sesini hissettim.Korkuyla doğrulup etrafıma baktım.Okyanusun kenarında,neresi olduğunu bilmediğim bir karadaydım.En azından güvende olduğumu düşündüm fakat sonra aklıma arkadaşlarım geldi.Onlar neredeydi,güvende miydiler?Bu düşüncemle ayağa kalkıp çevreyi yokladım.Garip görünümlü insanlarla çevriliydim.Gri şapkası ve siyah uzun kabanıyla Sherlock Holmes'ü andıran bir adamın yanına gidip sordum.
"Affedersiniz bayım,telefonunuz var mı acaba?Bir arama yapmam gerekiyor da."
Adam bana sanki ben kaçıkmışım gibi baktı,sonra yanındaki adama bakıp:
"Keçileri kaçırmış herhalde."dedi.
Neler olduğunu anlayamıyordum.
"Ne dediniz bayım?"dedim.
"Asıl sen ne diyorsun be kızım?Ne telefonu,ne araması?Ne oluyor onlar?"
Elimi başıma götürdüm.
"Ne demek ne oluyor.Cahil misiniz siz?"
"Sen bana cahil mi dedin!?"
Yüzünde kızgın bir ifade vardı.
"Yani kusura bakmayın ama telefon ne oluyor diye sormanız için doğduğunuzdan itibaren sizin bir tür hücreye falan kapatılmış olmanız ve dışarıyla olan iletişiminizin yasaklanmış olması gerekiyor."
Yanındaki adam onu koluyla dürttü.
"Hadi gidelim,anlaşılan kızın bir sorunu var."
İkisi de yanından uzaklaşıp gittiler.Ben ise yürümeye devam ettim.Birkaç adım attıktan sonra bir dükkanın önünde muhtemelen bana şu anda ne yaşadığımı anlamamı sağlayacak olan bir tabela vardı.Üstünde büyük harflerle '1850'LERİN EN İYİ RESTORANTI' yazıyordu.Normal hayatımda böyle bir şey görsem muhtemelen ilgi çekmezdi bile fakat şu an yaşadıklarıma bakarsak gördüğüm şeyleri dikkatli irdelememe şaşırmamak gerekirdi.Az önce konuştuğum adamın sözlerini hatırlayıp tabeladaki 1850 tarihinin gerçeklik payı olup olmamasını kafamda tartınca gerçek olması daha olası geldi.Hipotezi kanıtlamak için restoranta girdim,içerisi bayağı kalabalıktı.Uzun etekli kadınlar,şapkalı erkekler masada oturmuş kart oyunu oynuyor,bir yandan da yemeklerini yiyorlardı.Kahverengi önlüğü ile masaların arasında dolanıp yemekleri servis eden garsonun yanına gittim.Düşündüklerimde yanılmış olmayı o kadar çok isterdim ki anlatamam.Fakat yanılmamıştım.Kaç yılındayız diye sordugumda bana attığı onlarca kaçık mısın mısın bakışından sonra gerçekten de 1850 yılında olduğumu öğrendim çünkü....
Afallayarak restorandan çıktım.Ne yapacaktım ben şimdi?Üstelik hiçbir arkadaşım da yanımda değildi.Onlar da benimle aynı zamanda mıydılar yoksa o gemide...Bunu düşünmek bile istemedim.Burada olmalıydılar ve ben onları bulacaktım.Hava kararmaya başlamıştı.Bu geceyi geçirecek bir yer bulmalıydım.Tekrardan yürümeye başladım.Birkaç sokak sonra karşıma küçük bir butik otel çıktı.Kapısındaki zil içeri girdiğimde çaldı.Kasadaki çalışan elindeki gazetesi ve purosu,yüzünde ise oldukça bıkkın bir ifade olan bir adamdı.Yanına gittim,yanımda hiç para yoktu.
"Pardon bayım."
Adam gözlerini devirerek bana baktı.
"Bir kişilik oda 20 $."
"Benim hiç param yok ama eğer kabul ederseniz burada çalışarak ödeyebilirim."
Umursamaz bir tavırla etrafı işaret etti.
"Etrafına bak!İşçiye ihtiyacım varmış gibi görünüyor mu?Paran yoksa kalamazsın."
"Peki efendim."deyip çıktım.
Yürüdüğüm onca sokak boyunca buradan başka bir otel görememiştim.Mecburen gidip bir banka oturdum.Ne yapacağımı düşünürken uyuyakalmışım.Karanlıktaydım.Bağırdım.
"Ruby,Austin,Arthur,Grace,Evan!Neredesiniz çocuklar?"
Hiçbir ses gelmedi.İleri doğru gittim.Arthur'u gördüm,elinde zincirler vardı.Yanına koştum ve o sırada kulağıma bir ses geldi.
"Arthur da kim?"
Olduğum yerden irkildim.Karşımda sarı saçlı,renkli gözlü bir çocuk duruyordu.Uyku sersemliği ile:
"Arkadaşım."dedim.
Yanıma oturdu.
"Bu saatte burada ne işin var?"
Bir an güldüm.İçine düştüğüm bu durum o kadar saçmaydı ki diyecek bir şey bulamıyordum.Sinir kaslarım iyice gevşemişti anlaşılan.Tabii ki bunları ona söyleyemezdim.Ne diyecektim gelecekten geldiğimi mi?Sırıtmakta olan yüz ifademi değiştirdim.
"Pardon,çok komik bir rüya gördüm de hala etkisi altındayım."
O da güldü.
"Şu arkadaşınla mı ilgili,adını sayıklıyordun,neydi Arthur muydu?"
"Ha evet pardon,yeni uyandım da dalgınım biraz."
Elini uzattı.
"Benim adım Oscar."
Elini sıktım.
"Ben de Sophia."
"Hâlâ neden burada olduğunu anlatmayacak mısın?"
"Anlatamam."
"Neden?" dedi Oscar yüzünde şaşkın bir ifadeyle.
"Seni tanımıyorum."
"Az önce tanıştık."
"Yeterince tanımıyorum."
Olabildiğince bahane üretmeye çalışıyordum.
"Peki madem öyle öyle olsun fakat gece boyunca bu soğukta burada uyumana izin veremem.Benim evimin yanında çalışmalarını yaptığım bir kulübe var.İstiyorsan bu gece orada kal,sana kulübenin anahtarını verebilirim."
"Sen bana nasıl güveniyorsun ki?Beni tanımıyorsun bile."
Suratına muzip bir gülümseme takındı.
"Yeterince tanıyorum."dedi ve göz kırptı.
"Peki ama sadece bir gece,sonra kalacak başka bir yer bulacağım."
"Öyle diyorsan."dedi ve iki elini havaya kaldırdı.Gülümsedim ve yürümeye başladık.Oscar iki katlı,mimarisi göz alıcı,neredeyse malikane denilebilecek bir evin önünde durdu.Biraz uzaktaki güvenliğe el salladı.Güvenlik gülümsedi ve yanımıza gelip kapıyı açtı.
"Merhaba efendim."
"Merhaba Drew.Kusura bakma gece gece rahatsız ettim seni.Anahtarlarımı unutmuşum."
"Ne kusuru efendim?Ne ihtiyacınız olursa ben buradayım."
"Aslında var Drew.Şu benim çalışma kulübesinin anahtarını verebilir misin?Oralarda bir yerlerde bırakmış olmalıyım."diyerek güvenlik kulübesini gösterdi.Drew oraya gidip aramaya başladı.Gözümü Oscar'a çevirdim.
"Zengin olduğunu söylememiştin."
"Sen de neden orada olduğunu."dedi ve gülümsedi.
"Sanırım ödeştik."
"Sanırım."
YOU ARE READING
Başka Bir Zamanda
Science Fiction1850...Arkadaşlarım nerede?Garip giyinimli insanlar niye bana sanki ben bir deliymişim gibi bakıyor?Neredeyim ben?