Sae, emekliliğin kendisine iyi gelmeyeceğini her zaman bildiğini düşünüyordu; haksız da değildi. Emeklilik sanki üstüne olmayan bir takım elbise gibiydi, bazı yerlerde bol çok bazı yerlerde çok dar.
İlk olarak Japonya'daki eski dairesi; küçük, içini doldurmak için satın aldığı mobilyaların neredeyse sığdığı ama ona yine de aşırı derecede boş gelen bir daireydi. Kupaları dolaplarda saklıydı, onları görmek bile istemiyordu. Poster ya da tablo toplamaya hiç önem vermemişti, o yüzden duvarları boştu. Evde kendine ait tek dokunuşu Madrid havaalanında ani bir kararla aldığı parlak renkli kupaydı.
Yeni dairesine yerleşeli daha sadece 1 ay olmuştu ama daire şimdiden onu rahatsız ediyordu. Çok fazla, çok fazla, çok fazla...
Bu düşüncelere daha fazla boğulmadan evden çıkmalıydı. Sae bu kadar sessizliğe alışkın değildi. Hala takımdayken sessizliğe, huzurlu anlara ihtiyacı olduğunda bile bu kadar hareketsiz oturmamıştı.
Bu yüzden koşuya çıktı. Bir acelesi yoktu, istediği kadar dışarıda kalıp koşabilirdi. Sonuçta dışarıda ne kadar uzun süre kalabilirse dairesi onu o kadar az tüketecekti.
Geçen hafta gittiği rotadan tamamen farklı bir yolda ilerlemeye karar verdi. Yeni sokaklarda gördüğü bir şeyin ilgisini çekeceğini umuyordu, yıllar önce futbolda olduğu gibi.
Havanın ciğerlerini daha hızlı doldurmasına, kalp atışlarının hızlanmasına izin verdi. Belki bu hafta bir ara erişte dükkanını deneyebilirdi ya da belki Rin'i davet ederdi ve Rin, İsagi'yi getirirdi. Tabii bu Sae'yi önceden tanıdığı insanların etrafında yalnız hissettirecekti ama bunu pek engelleyemezdi.
Zorla, ağır bir nefes üfledi. Sanki akciğerlerindeki havayı dışarı atmak, aklındaki düşünceleri de yok edecekmiş gibi.
Tekrar sola döndü. Ayakkabılarının kaldırımda çıkardığı sesi dinledi. Sıfırdan başlayarak onları saydı, yüz elli üçe geldiğinde sıkılıp saymayı bırakmıştı. Bakışlarını önündeki vitrinlere çevirdi: restoranlar, ön vitrinindeki meyvelerin kaldırıma döküldüğü bir manav, sanat stüdyosu...
Biraz yavaşladı, bakışları sokağın karşısındaki pencereye asılmış tabelaya takılmıştı: Başlangıç seviyesindeki sanat dersleri.
Gitmeyi düşündü, belki daha sonra bir göz atardı. Sadece göz atıp beğenip beğenmediğine bakardı. Acaba bu dersler hoşuna gidecek miydi?
Aslında kendine başka bir uğraş bulması gerektiğini içten içe biliyordu, kendini evden uzaklaştıracak herhangi bir şeye ihtiyacı vardı. Herhangi bir şey. Eskiden sahada geçirdiği saatler gibi saatlere ihtiyacı vardı: Kendisine başka hiçbir şeyin dokunamadığı, tehlikeli düşüncelerden uzak birkaç saat. Bu günlerde böyle bir şeye çok ihtiyacı vardı. Düşünmek için elinde fazla zaman vardı ve düşünmek ona iyi gelmiyordu.
Yeniden üzerinde çalışacağı bir şeyin olması, diğer her şeyin kaybolmasına neden olacak şekilde odaklanabileceği bir hedefin olması güzel olurdu.
Cebinden telefonunu çıkardı ve daha sonra dönmek üzere konumu işaretledi.
* * *
Sonra zamanı geldiğinde bilmediği sokaklarda yürürken sanat stüdyosunun evine çok da uzak olmadığını fark etti. Erişte dükkanının önünden geçmektense bir önceki sokaktan dönerse direkt sanat stüdyosunun önüne çıktığını fark etti bu gelişinde. Dairesinde oyalanmak dayanılmaz bir hal almıştı o yüzden burada oyalanmayı tercih etti. İçeri girmek için biraz cesaret toplaması gerekiyordu.
Eskiden gerektiği zamanlara bile tereddüt etmezdi şimdiyse gerekmeyen yerlerde fazlasıyla tereddüt ediyordu. Sanki eskinin intikamını alıyordu hayat ondan. Sae şimdiye kadar futbol dışındaki hayatının da hep futbola bağlanacağını düşünmüştü ama sonuç öyle olmamıştı. Futbolun sadece minik bir parçası hayatında kalmıştı.
Şimdi ise onu meşgul edecek bir şeye ihtiyacı vardı, peşinden koşacağı bir şeye. Elindeki her şeyi vermeden bir şeyin peşinden koşmak iyi bir sonuç ortaya çıkartabilir miydi ki? Sae tam emin değildi. Üzerinde uğraştıktan sonra bu da kolaylaşmaya başlayacak mıydı? Daha iyi olmaya başlayacak mıydı?
Yavaşça nefes aldı, başlama vuruşundan birkaç dakika önce hissettiği hislerin aynılarını hissediyordu şu anda. Ellerini ceplerine soktu ve kendine hayatının atık futbol etrafında dönmediğini hatırlattı. Üç, iki, bir...
Günün ortasında olmalarına rağmen garip bir şekilde boş olan caddenin karşısına geçti. Direkt stüdyoya gitmek yerine manavın önünde durdu. Biraz da orada oyalanacaktı. Vitrindekiler yeterince hoş görünüyordu, Sae'yi hazır yemek satın alarak öğünlerini geçiştirmekten vazgeçirecek kadar hoşlardı en azından. Yavaş yavaş yanından geçti manavın, elleri hala cebindeydi. Birkaç adım sonra görüş açısındaki parlak meyvelerin yerini koyu renkli odunlar aldı.
Stüdyo dışarıdan bakıldığında büyük bir sevgiyle hazırlanmış gibi duruyordu, büyük ihtimalle öyleydi de. Camdan içerisi görünüyordu; birkaç kişi şövale ve tuvallerin önündeki taburelerde oturmuş, işlerine dalmış durumdaydı. Her yerde kullanılan boyaların izi vardı. Sae bir an bu şekilde sevilmenin nasıl bir his olduğunu merak etti, hiç pişmanlık duymadan yaşanmış bir hayatın izleriyle bezenmiş bir şekilde.
Daha Sae içeri girmeden biri onun görüş alanına girdi. Camdan baktığını görmüş olmalılardı. O kapıyı açarken kapının üzerindeki zil çaldı, herkese onun geldiğini haber verdi. İçeri adımını atmasıyla keskin bir boya kokusuyla karşılaşması bir oldu. Bakışları dışarıdayken gördüğü adama kaydı, adam nazikçe gülümsedi.
"Herhangi bir konuda yardımcı olabilir miyim?" diye sordu o adam.
* * *
Burayı unutmuşum biraz
pardon :)
bir yılın ardından boş zaman bulunca yapmak istediğim her şeyi sıkıştırdım günlere. Zamanınım yarısından fazlası ispanyolca çalışarak geçiyor zaten.
Biraz da olsa ilerlediğimi düşünüyorum ama işte birkaç ay sonra göreceğiz öğrenmiş miyim öğrenmemiş miyim diye.
![](https://img.wattpad.com/cover/370898841-288-k231837.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pembe Işık
FanfictionOn beş yıl önce Shidou, Sae'den dizini kıran ve kariyerine son veren pası aldı ve Sae o zamandan beri onunla konuşamadı ve bunun böyle kalmasını istiyordu. Hak ettiği buydu. Ama hayat her zaman ondan istenileni vermiyordu. [Itoshi Sae x Shidou Ryuus...