ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

6 1 1
                                    

Zahide Hanım’ın yüzüne su tutmasıyla bir süre sonra kendine geldi Berfin. Yorgunluğu, onu taşımayan ve her an düşebilecek halsizlikte olan bedeninden anlaşılıyor, yarı açık gözlerindeki sonsuza dek kapanma isteğiyle gözyaşları art arda dökülüyordu. Zahide Hanım ayağa kaldırdığı Berfin’in koluna girdi ve onu öğretmenler odasına götürdü. O an öğretmenler odasında sadece bir bayan öğretmen vardı. Zahide Hanım onun da yardımıyla Berfin’den ne olduğunu öğrenmeye çalıştı ancak sordukları sorulara bir cevap alamadılar. Zahide Hanım öğretmenler odasının kapısında bekleyen Adar’ın yanına giderek ne olduğunu sordu.

“Onu gördüğümde kendinde değildi öğretmenim.”

“Başka kimse var mıydı orada?”

“Hayır öğretmenim.”

Zahide Hanım arkasına dönüp birkaç saniye Berfin’e baktıktan sonra tekrar önüne döndü.
“Peki senin ne işin vardı orada?”

Adar başını önüne eğdi.
“Berfin test kitabı ve kalemi almaya gitmişti. Geciktiğini düşününce bakmak istedim. Gittiğimde bu haldeydi.”

Zahide Hanım tekrar arkasını dönüp Berfin’e baktığında diğer bayan öğretmen Berfin’e içmesi için su uzatıyordu. Adar’ın “Ona ne oldu öğretmenim?” demesiyle önüne dönen Zahide Hanım, Adar’dan sınıfına gitmesini istedi ve Müdür Bey ile görüşmek üzere oradan uzaklaştı.
Merdiven basamaklarını hızla inen Müdür Bey, öğretmenler odasından içeri girdi. Hemen arkasında olan Zahide Hanım, Berfin’i baygın bir şekilde bodrum katta bulduğunu söyledi. Şaşkınlığı yüzünden okunan Müdür Bey’in gözleri Berfin’in üzerindeyken Zahide Hanım kulağına eğildi ve konuşmasına Berfin’i giydirdikten sonra buraya getirdiğini de ekledi. Müdür Bey kısık bir ses tonuyla yanında başka kimin olduğunu sorunca Adar’ın adını veren Zahide Hanım sınıfa gidip onu çağırdı. Berfin hiç konuşmuyor, kıpırdamıyordu. Kırılan güveni, yıkılan hayalleri aklına geldiğinde gözyaşları dökülüyor, o an sadece gözyaşları onu gözü açık ölenlerden ayırıyordu.

Zahide Hanım ile birlikte öğretmenler odasına gelen Adar, Müdür Bey’in sorularına cevap verdi. Berfin ile arasında geçen yakınlaşmayı bilen Müdür Bey’in ses tonu yüksek, bakışları keskindi.

“Berfin’in yanında ne arıyordun?”

“Bodrum kata gidip gecikince merak ettim.”

Müdür Bey ile göz gözeydiler. Adar ara ara Berfin’e ara ara da arkasını dönüp Zahide Hanım’a bakıyordu.

“Neden merak ediyorsun evladım!”
Müdür Bey bağırarak soru sordukça Adar’ın ses tonu alçalıyordu.
“Merak ettim.”

“Merak ettin, öyle mi?”

Teneffüs zili çalıyordu. Müdür Bey, Adar’dan gitmesini isteyince Adar öğretmenler odasından çıkarak sınıfına gitti. Zahide Hanım birkaç adım atarak yanına gittiği Berfin ile tekrar konuşmaya çalıştı ancak cevap alamadı.

“Su içmek ister misin canım?”

Diğer bayan öğretmen su uzattığını ancak Berfin’in tepki vermediğini söyledi. Bunun üzerine Zahide Hanım ailesini çağırmanın iyi olacağını dile getirdi ancak Müdür Bey ne olduğunu bile bilmedikleri bir konuyu büyütmekten başka hiçbir şeye yaramayacağını söyleyerek, çıkış saatinde Zahide Hanım’ın onu ailesine teslim etmesini ve okulda baygınlık geçirdiğini söylemesini rica etti. Derse ara veren Hakan ve Gürdal da öğretmenler odasına geldiler. Herkesin Berfin’in başında toplandığını fark eden Gürdal ne olduğunu sorduğunda Zahide Hanım, Müdür Bey’den rica ederek Berfin’in buradan gitmesini istedi ve bunun üzerine Berfin diğer bayan öğretmen ile birlikte oradan çıktı. Berfin’in çıkmasıyla odanın kapısı kapandı. Zahide Hanım az önce ne olduğunu soran Gürdal’a dönerek “Berfin bugün görevinizin olduğu bodrum katta baygın halde bulundu” dedi ve devam etti.

“Sanırım tacize uğradı. Bilmiyorum, belki de tecavüz demeliyim.”

Gürdal şaşırdı. “Anlamadım!” dedi. Burası Berfin’in başına geldiği söylenen olayın yaşanabileceği son yer bile olamazdı o yüzden sözlerine sitemle devam etti.

“Ne dediğinizin farkında mısınız, burası okul.”

“Maalesef burası okul ve kendine geldiğinde üzerini giydirdiğim kız çocuğunun elinde sizin hediye kaleminiz vardı. Avucunda kırılmış hediye bir kalem.”

Hakan bir adım atarak Müdür Bey ve Zahide Hanım’a yaklaştı.

“Adar mı yoksa, o mu yapmış?”

Zahide Hanım gözlerini Gürdal’ın üzerinden çekerek Hakan’a yöneldi.

“Neden böyle düşünüyorsunuz?”

Hakan boğazını temizledi.
“Çünkü Adar ile ilişkileri vardı. Bunu Müdür Bey’e de bildirdim hatta.”

Zahide Hanım’ın gözleri Hakan ve Müdür Bey arasında gidip geliyordu.
“Adar sizin Berfin’i rahatsız ettiğinizi söylüyor Hakan Bey.”

Hakan şaşırdı. “Ne? Ne diyor anlamadım!”

Zahide Hanım bu kez daha yüksek bir ses tonuyla tekrar etti.

“Sizin Berfin’i rahatsız ettiğinizi söyledi. Ben de iki defa kütüphaneden ağlayarak çıktığını gördüm Berfin’in. Üstelik ikisinde de yanımda sadece siz vardınız.”

Sinir haliyle gülmeye başlayan Hakan arkasını dönüp sakalıyla oynamaya başladı. Bu esnada kısık sesle içinde bulunduğu duruma sitem ediyordu.

“Berfin’i rahatsız etmişim, öyle mi? Ben Berfin’i rahatsız etmişim!”

Önüne döndü ve yüksek ses tonuyla “O çocuğu getirin buraya, bir de benim yanımda söylesin” dedi. Bunun üzerine Müdür Bey ortamdaki gerginliğin artmasını önlemek adına herkesten dersine gitmesini istedi.

“Sakin olun. Siz de Zahide Hanım. Dediğim gibi ne olduğunu ancak Berfin söyleyebilir. Mesai arkadaşlarınıza söylemler üzerinden yüklenemezsiniz. Burası küçük bir yer. Böyle bir şeyin duyulması hiç iyi olmaz.”

O günün son dersinde ne Hakan ne de Gürdal ders işlemedi. İkisinin de aklında Berfin’in başına gelenler ve Zahide Hanım’ın suçlayıcı tavırları vardı. Öğrencilerin çoğu sohbet edecekleri dörtlüyü kurmuştu, bazılarıysa ders ile ilgili sorularını sormuş ancak cevap alamamıştı. Hakan’ın bakışlarına yansıyan kuvvetli öfke kendini sürekli yeniliyor, Gürdal’ın içini kemiren huzursuzluk yüzünden okunuyordu. Üzerlerindeki sessizlik eve gittiklerinde de devam etmiş, hiçbir şey yemeden  mutfaktaki masaya geçip acı kahveye sarılan Hakan ve Gürdal’ın sessizliği o akşam ziyarete gelen Aycan’ın ısrarıyla sona ermişti. Gürdal masanın üzerinde duran sigara paketini eline aldı. Düşünceliydi. Sigarayı yakıp dumanı içine çekti. Nadiren hatırlanan sigara paketini eline sık sık almaya başlaması buranın ona iyi gelmediğini bir kez daha göstermişti. Yaşananları öğrenen Aycan tekrar eden sessizliği bozarak merak ettiklerini sormaya başladı.

“Hakan kızın başına gelenler için Adar’ı sorumlu tutuyor. Sen ne düşünüyorsun Gürdal?”

Gürdal sigarasını kül tabağının içine basarak söndürdü. Daha sonra gözlerini karşısında oturan Hakan ve Aycan’a çevirdi.
“Bilmiyorum. Zavallı kız gerçekten kendisine tecavüz etmek isteyen birinin zorbalığıyla mı çatıştı, gerçekten bu yaşta bunu yaşadı mı bilmiyorum. Tek bildiğim yarın olsun istemiyorum. Hayat bugünde, salı gününde dursun.”

Hakan alaycı bir gülüş attı.
“Kafamda birçok senaryo canlanıyor ve nedense hepsinde de senin olgun bulup aşklarını desteklediğin Adar ile Berfin suçlu.”

Gözleriyle Hakan’ın katlanılmaz, cevap vermeye değmez olduğunu anlatan Gürdal sessiz kalınca Hakan devam etti.

“Bir senaryoda da sizin adınız geçiyor. Gün boyunca sizin olduğunuz bir yerde yaşanan olaydan nasıl olur da haberdar olmazsınız?”

“Ne demek istiyorsun sen?”

Aycan’ın gözleri ikisi arasında gidip geliyordu. Gürdal eliyle masaya vurarak ayağa kalktı.

“Ne demek istiyorsun sen dedim!”

Bunun üzerine Hakan da ayağa kalktı. Aycan telaşlanmıştı.
“Sakin olur musunuz?”

“Ne demek istediğini açık açık söylesin o zaman.”

Hakan sakinleşmesi için elini tutan Aycan’a bakarak bir sorun olmadığını söyledi ve elini çekerek sözlerine devam etti.

“Sizin buraya uymayan, burayı anlamayan; herkese üstten baktığınızı açıkça gözler önüne seren düşüncelerinizden ve gereksiz duyar kasmalarınızdan sıkıldım.”

“Öyle mi, öyle mi?”

Hakan ses tonunu artırarak devam etti.

“Öyle! İki tane bacaksızın aşkını savunmanız belki de içinizdeki pedofik duygular için açık bırakılmış bir kapıdır.”

Elini masaya sertçe vuran Gürdal, Hakan’ın üzerine doğru yürüdü. Hakan’ın da karşılık vermesiyle göğüs göğse geldiklerinde artık meslektaş ve ev arkadaşı olmalarının bir hatırı kalmamıştı. Gürdal’ın sert bir yumruk atmasıyla yere düşen Hakan elini kanamaya başlayan dudağının üzerinde gezdirdi. Aynı şekilde karşılık vermek için ayağa kalktığında Aycan sözleriyle araya girdi

“Ne yapıyorsun sen Gürdal, ne yapıyorsun? Böyle hırçın davranıp ses yükselterek suçunu devredecek bir kurban mı arıyorsun?”

Gürdal iki elini başına koyarak derin nefesler alıp vermeye başladı.
“Ne yaşıyorum ben ya! Sen kimsin? Köhne beynini yobaz düşüncelerin yönettiği şu asalağa destek veren Aycan’la benim tanıdığım kişi aynı olamaz.”

Hakan “Bunu idealist tavrı bodrum katta son bulan biri mi söylüyor?” diyerek Gürdal’ın üzerine yürümeye çalıştı ancak  Aycan engel olarak onu odasına götürdü. Gürdal’ın bir sigara daha yaktığı dakikalarda Aycan sakinleşmesi için Hakan’la ilgileniyordu. Gözleri kapısı açık olan odaya çarpınca “Sen biraz dinlen” dediği Hakan’ın yanından ayrılarak odaya girdi. Burası Gürdal’ın odasıydı. Masanın üzerine dizilmiş kitaplara göz gezdirdikten sonra Gürdal’ın fotoğrafının olduğu çerçeveyi eline aldı. Fotoğraf birlikte oldukları zamana aitti. Üstelik ikisi için de güzel geçmiş bir günün sonunda Aycan tarafından çekilmişti. İçinde biriken özlemi fotoğraf ile pay etmek ister gibi bakıyor, akan gözyaşını silerken sitemini de dile getiriyordu.

“Ah Gürdal, ah! Hayatıma girdin değiştim. Çıktın daha çok değiştim. Öyle değiştim ki kendim değilim. Benimle tekrar görüşmek istediğinde; bırakıp gitmenin verdiği öfkeyi yenebilseydim o günden sonra sırf sana inat gidip Hakan’la ilgilenmezdim. Kırgınlığını bir kenara bırakmış Aycan olarak karşılık verebilseydim, bugün Hakan’ın tahammülümü zorlayan iğrenç fikirlerine katılıyor gibi davranmazdım.”

Elindeki çerçeve fotoğrafı yerine bıraktı. Gürdal’ın yüzü gülerken gözlerinin de payını aldığı fotoğrafa bakmaktan kendini alıkoyamayınca ters çevirip arkasına döndü. Başını önüne eğdi. Bir süre öylece kaldı. Çünkü uzun süredir içinde tuttuğu duyguları bir fotoğrafla paylaşırken, Gürdal ve Hakan’ın onu duyduğundan habersizdi. Onlara doğru ufak bir adım attığında Hakan “Def ol!’ dedi ve odasına gitmek üzere oradan uzaklaştı. Gözyaşlarını silen Aycan uzunca baktığı Gürdal’a yaklaştı. “Beni görüşmeye davet ettiğin o güne dönebilir miyiz?” dediğinde Gürdal cevabının “Hayır” olduğunu anlatır bir şekilde başını oynattı ve ufak adımlarla yaklaştığı Aycan’ın elini tutarak devam etti.

“İçinde bir yerlerde hâlâ eski Aycan’ın var olduğunu bilmek çok güzel.  Ona sahip çık Aycan. Onu değişmeye gerek duymayacak kişiler ile tanıştır. Çünkü burası öyle bir yer değil.”

Gürdal’ın bu sözlerinden sonra Aycan onun elini sıkıca sardı ve “Hoşça kal” diyerek evden ayrıldı.

Hayatın orta yolu bulma yöntemi de farklıydı demek. Belki bu geceyi sabah etmek zor olacaktı ama gecenin bitmesini istememek de vardı. O gece odasında dönüp dolaşan Gürdal epey bir düşündü. Buradan gitme  fikri artık çocukların önündeki sınava verdiği önemden ağır basıyor, zihninde ıslak imza attığı istifa dilekçesini sırf Berfin olayında suçlu konumuna düşmemek için imha ediyordu. Hakan’da odanın etrafında defalarca kez gidip geldikten sonra düştüğü yerde öylece kalmış, onarılması güç olan kalp kırıklığı onda uzun süre anılacak bir nefret bırakmıştı. Gürdal mutfağa geçip bir sigara daha yaktı. Pencereden dışarı göz gezdirdiğinde hızla yere düşen kar tanelerini fark etti. Sabaha kadar böyle devam ederse içinde biriken tükenmişlikler gibi -çünkü tükenmişliklerde birikirdi- onlarda yeri ele geçirecekti.

Uyanır uyanmaz pencereden dışarı baktı. Dün gece başlayan kar atılan adımların bıraktığı kirle inatlaşırcasına yağıyor, burun uçlarına bıraktığı kızarık yetmezmiş gibi çapraz taneleriyle de yüze vuruyordu. Gürdal başucundaki bardaktan su içip hazırlandı ve evden çıktı. Hakan’ın ne yaptığı ile ilgili en ufak bir merakı yoktu. Belki de ondan çok daha önce kalkıp çıkmıştı ama bu erken kalkış  uyandığı anlamına gelmiyordu.

Okuldan içeri girdiğinde bahçede kartopu oynayan çocuklara tebessüm ederek öğretmenler odasına doğru ilerledi. Dersin başlamasına daha vakit vardı. İçeri girmeden önce karşılaştığı Zahide Hanım, Berfin’in annesinin geldiğini ve öğretmenler odasına aldıklarını söyledikten sonra Müdür Bey’in odasında beklediğini ekledi. Bunun üzerine beraber üst kata çıktılar. Onlar Müdür Bey’in odasına doğru yürürken Hakan’da kapıyı eliyle tıklatmış içeri giriyordu. Zahide Hanım “Gerçekten dün orada Berfin’i görmediniz mi?” diye sordu ancak Gürdal cevap vermedi. Müdür Bey’in odasından içeri girdiler. Müdür Bey onların da gelmesiyle direkt konuya değindi.

“Arkadaşlar mide bulandıran ve belli ki baş ağrıtacak olan bir durum için buradasınız. Sizden ricam salı gününüzü yani dünü olduğu gibi anlatmanız.”

Hakan’ın konuşmak için boğazını temizlediği esnada Zahide Hanım, Berfin’in annesinin geldiğini hatırlattı. Bunun üzerine Müdür Bey “Bir de o var değil mi?” dedi ve devam etti.

“Zahide Hanım siz dün Berfin’i eve götürünce ailesine bir şey söylediniz mi?”

“Okulda baygınlık geçirdiğini söyledim sadece.”

“Peki, teşekkürler.”

Onların konuşmasından sonra Hakan, “Müdür Bey” diyerek söze girdi ve dün neler yaptığını anlatmaya başladı.

“Önceki gün Berfin ve Adar’ı sınıfta öpüşürken gördüm ve dün sabah ilk işim bunu size bildirmek oldu. Sonrasında da öğretmenler odasındaki dolabımı düzenleyip bahçedeki yerli malı kutlamasına katıldım. Dolabımı düzenlerken yanımda diğer öğretmen arkadaşlarım da vardı. Yerli malı için bahçeye çıktıktan sonra da oradaki kutlama bitene kadar bir yere ayrılmadım.”

Herkesin gözü Hakan’daydı. Müdür Bey sözünün bittiğini düşünerek Gürdal’a yöneldiğinde Hakan devam etti.

“Dün okulda neler yaptığımı ifade verir gibi anlatmak zorunda kaldığım için üzgünüm.”

Müdür Bey “Maalesef, bu durum hepimiz için üzücü” dedi ve tek isteği dün yaşananlardan sonra salı gününde kalmak olan Gürdal bu kez salı gününe dönmek üzere söze girdi.

“Dün bazı kız ve erkek öğrencileri yerli malı hazırlığı için görevlendirirken diğer öğrencilerden de kışlık ihtiyaçlarını almaları için  sırayla bodrum kata gelmelerini istedim. Hazırlık yapan öğrencilerin başında Zahide Hanım vardı. Ben kışlık ihtiyaçları teslim ettikten sonra bahçedeki kutlamaya katıldım. Zahide Hanım yanımdaydı. Berfin verdiğim testte en yüksek notu aldığı için hediyesi olan test kitabı ve kalemi bodrum katta unuttuğumu fark ettim ve Berfin’den gidip almasını istedim. Berfin bahçede hazırlık yaptığı için kışlık ihtiyacını alamamıştı bu yüzden ben de...”

Müdür Bey sözünü bitirmesini beklemeden “Bodrum kata indiniz” dedi. Bunun üzerine gitmediğini söyleyen Gürdal, Hakan’ın imalı gülüşünü fark etse de aldırmadan devam etti.

“Ahmet’le Baran koridorda kavga ediyordu. Onları ayırmakla ilgilendim ve sonra tekrar bahçeye döndüm.”

Dikkatle dinleyen Hakan onları ayırmanın ne kadar zaman almış olabileceğini sorarak kendince Gürdal’ı zor durumda bırakacak bir hamle yaptı.

“Evet, belki onları siz kavga ederken görseydiniz tepkiniz kulak çekmekten öteye gitmeyebilirdi ama ben onlara anlaşmazlıkların kavga ile daha büyük bir anlaşmazlığa döneceğini anlattım.”

Müdür Bey, Ahmet ve Baran’ın gelmesini isteyince Zahide Hanım “Berfin’in annesine de bakarım böylece” diyerek onları çağırmak üzere odadan çıktı. Birkaç adım ilerlediğinde kapıya çıkan Müdür Bey, Adar’ın da gelmesini söyleyerek odasından içeri girdi. Ders saati olduğu için okulda sessizlik hakimdi. Berfin’in annesi diğer bayan öğretmen ile birlikte öğretmenler odasındaydı. Zahide Hanım ders veren meslektaşından müsaade isteyerek Ahmet ve Baran’ı dersten aldı. Onları Müdür Bey’in odasına gönderdikten sonra öğretmenler odasına gidip Berfin’in annesine çay ikram etti. Sık sık baş örtüsünü düzelten kadın gözlerinden anlaşılacağı üzere endişeliydi. “Berfin dün ağzını açmamış, tek kelime etmemiş öğretmenim, ağzına lokma atmamış vallah” dedi ve dün baygınlık geçirdiği için olabileceğini dile getiren Zahide Hanım, Müdür Bey’in gelmek üzere olduğunu söyleyerek oradan uzaklaştı.

Müdür Bey’in isteği üzerine odaya gelen Ahmet ile Baran dün ettikleri kavga sorulunca sessiz kaldılar. Gürdal sakin bir ses tonuyla cevap vermelerini istiyor, Hakan “Belli ki kavga falan yok” deyip dahil olarak, zaten gergin olan Müdür Bey’in çehresiyle ilettiği uyarıdan payını alıyordu. Müdür Bey kızmayacağını söyleyerek konuşmalarını istedi ve bunun üzerine eğdiği başını kaldıran Ahmet kavga etmediklerini söyledi. Gürdal emeklerinin heba olduğunu ufakta olsa hissettiren durumlar karşısında artık sakin olmakta zorluk çekiyor, açıp kapattığı gözleri odadaki kasvetli havadan kısa sürede olsa onu alıyordu. Elini masaya vurdu ve yüksek bir ses tonuyla “Siz dün kavga küfür birbirinizi yemiyor muydunuz oğlum!” dedi. Onun bu tavrı Ahmet ve Baran’ı korkutmuş, birer adım geri giderek kendilerini korumaya çalışmışlardı. Müdür Bey sakin olmasını istese de Gürdal oralı olmadı. Ahmet’in önünde eğildi.

“Dayak yiyen sensin diye mi kavgayı saklıyorsun, yoksa hata olduğunu anladığın için mi? Eğer hata yaptığını anladığın içinse güzel. Ama unutma, yalan söylemek de beraberinde başka hatalar doğuran bir yanlış.”

Bu esnada Ahmet’in sağ diz kısmını örten pantolonu yukarı çekiyordu.
“İşte dünkü kavgada aldığı yara” dedi ve ayağa kalktı. Müdür Bey ile Hakan’ın gözleri Ahmet’in üzerindeydi. Müdür Bey ikisinin arasına girdi ve kulaklarını sertçe çektiği Ahmet ile Baran’dan sınıflarına gitmelerini istedi. Onlar çıkarken Zahide Hanım kapının önündeydi. Adar’ın geldiğini söyledi ve Müdür Bey hızlıca yaklaştığı kapıdan çekerek içeri aldığı Adar’dan olanların hesabını sormaya başladı.

“Ne yaptın ulan sen? Söyle ne yaptın Berfin’e?”

Müdür Bey art arda tokat attığı Adar’dan cevap vermesini istiyor, Zahide Hanım telaşla içeri doğru ilerlerken, Gürdal “Böyle olmaz Müdür Bey” diyordu. Odanın kapısı açıktı. Müdür Bey tokat attığı Adar’ın bir şey yapmadığını dile getirdiği vaveylayı duymuyor, öfkesini teslim ettiği elleri eğilen Adar’ın sırtına sertçe çarpıyordu.

“Yalan söyleme! Yalan söyleme! Herkes görmüş sınıfta Berfin’i öptüğünü. Ne yaptın kıza dün, ne yaptın?”

Şaşkınlıkla ağzına götürdüğü elini kapıya vurmaya başlayan Berfin’in annesi her şeyi görmüş, kızına ne olduğunu sormak için odasına geldiği Müdür Bey’in tüm söylediklerini duymuştu. Zaten yerde olan Adar’ın üzerine doğru yürüdü ve odadan zorlukla çıkarıldığı dakikalarda sakinleşmesi için dil dökenleri dinlemeden okuldan ayrıldı. Bu gidiş Adar’ın sırtına aldığı darbelerin en büyüğüne yol açacak, zaten kendini sürekli tekrar eden kin dolu kan davası belki de bu kez büyük bir yangınla sonlanacaktı.

Berfin’in annesi Müdür Bey’den duyduklarını evin beylerine anlatmış, o dakika ayaklanan ev halkı odasında öylece duran Berfin’den ne olduğunu öğrenmek isteyince seslerin sokağa taştığı bir gürültü ortaya çıkmıştı. Zavallı Berfin ağzını açıp tek kelime edemiyor, sustukça kolundan tutup çeken ağabeyiyse sadece diğer büyükler tokat atmak için elini kaldırınca onu azade bırakıyordu. -Bu ne demek oluyordu? Yoksa kötülük sadece daha büyük bir kötülüğün gelmesi için mi son bulurdu?- Annesinin “Adar başına fena bir şey getirmiş ki kız konuşamıyor” demesiyle ellerini Berfin’in üzerinden çektiler. Gözyaşı kızaran yanaklarından süzülen Berfin kollarındaki ağrıyı yeni yeni hissediyor, sanki ailesi belinde silahla Adar’a doğru adım attıkça ağrısı çekilmez bir hal alıyordu.

Olanları anlatmasıyla Adar ve ailesindeki diğer erkekler, aile büyüklerinin isteği üzerine evden ayrılmış, böylece kanla sonlanması muhtemel olan bir karşılaşma yaşanmamıştı. Sadece kadınlar ve çocuklar olduğu  için o akşam Berfin’in ailesi geri adım atmış ve tanıdık herkesin arandığı telefon trafiğinde Adar ile ailesini görenlerin haber vermesi istenmişti.

Nihayetinde her iki tarafında aracı olarak görev üstlenen  aile  büyükleri Muhsin amcanın kıraathanesinde bir görüşme ayarladı. İki aile dışında kimsenin olmayacağı bir görüşmeydi ancak iki ailenin delikanlı ve tez canlı gençleri de görüşme esnasında yanlış bir şey yaparlar diye içeri alınmamışlardı. Konuşma hararetli geçiyor, seslerin yükselmesi kapıda bekleyen gençleri de harekete geçiriyordu. Adar’ın ailesi tarafından yemek geldiğinde karşı taraftan biri cebinden çıkardığı parayı masaya atarak “Bunların yemeği yenilmez!” dedi ancak gergin ortamdaki aklı başında büyükler o kişiyi dışarı çıkarıp bir şey olmamış gibi davranmalarını sağlayabildi. Görüşmenin sonunda Adar ile Berfin’in nikahlanmasına karar verildi. En kısa zamanda hazırlıklara başlanacaktı. O yüzden ikisinin de okul hayatı sona erdi. Müdür Bey okulun bitmesine bir dönem kaldığını ve okula devam edip diploma almalarını söylese de aileler oralı olmadı.

Arkadaşları sevinçle karnelerini alırken Berfin için gelinlik bakılıyordu. Ailesi düğün gününe kadar sokağa çıkmasını istemediği için gelinliği annesi ve karşı tarafın kadınları seçmişti. O günden beri hiç konuşmayan ve odasından çıkmayan Berfin bugün kapı önünü gösteren oturma odasının penceresinden ayrılmamış, karnesini alıp evine dönen her arkadaşı için bir tebessüm ederken her tebessümden sonra kendisi için de bir gözyaşı dökmüştü. Babası ve ağabeyinin gelmesiyle kendi odasına geçti. Onun yerine başkalarının beğendiği gelinlik, seçme hakkı verilse üzerinden çıkartmayacağı okul önlüğünün hemen yanındaydı. Gelinliği eline alıp ayağa kalktı. Aynanın karşısına geçip üzerine tuttuğunda gözleri arkasında kalan okul önlüğündeydi. Yanaklarından süzülen gözyaşlarını sildi ancak onu iç çekerek ağlatacak sözleri çoktan dile getirmişti.

“Kirlendim ben de, tertemizken hem de. Başıma gelenler, gelmeseydi keşke.”

Vedalar da ikiye ayrılırdı. Bazı vedalar yeni bir hayat için ihtiyaç ve bazı vedalarsa zorla elden alınmış hayatlar için ıstıraptı. Berfin zor da olsa okul hayatıyla vedalaşırken, üç gün sonra tayin işlemleri sonlanan Gürdal kendisine iyi gelmeyen, düşüncelerini aykırı kabul eden bu soğuk şehirden uzaklaşmak için valizini hazırlamaya başlamıştı. Burada aldığı eşyaları burada bırakacaktı. Çünkü bu şehir zihninde ne kadar az yer edinir, bu şehri hatırlatacak eşyalar gözlerine ne kadar az değerse o kadar çabuk toparlanacaktı. Asıl ağırlığı yüreğinde taşıdığı için valiz onu bedenen yormayacaktı. Çıkmak üzere kapıya yöneldi. Sonra durup düşündü. Hakan’la vedalaşmalıydı. Valizi olduğu yerde bırakıp odasında olan Hakan’ın yanına gitti. Hakan elinde kahve koltukta oturuyordu. Gürdal “Ben İstanbul’a gidiyorum” dedi. Bir cevap alamayınca umursamaz bir gülüş ile arkasını döndü. Ufak bir iki adım attıktan sonra durup derin bir nefes aldı ve tekrar dönüp baktığı Hakan’a içinde kalmasını istemediği ne varsa söyledi.

“Hani, ‘sohbetlerimiz esnasında sizinle hem senli benli hem de sizli bizli konuşuyoruz’ demiştin. Sanırım nedenini fark ettim. Ben yanlış bulduğum düşüncelerle arama mesafe koymak için sizli bizli olmayı tercih ediyordum, sen doğru olan ne varsa kabullenemediğin için kaçarken.” 

Tam da Hakan’dan beklediği gibi oldu ve Gürdal bir cevap alamadı. Artık gidebilirdi. Kapıya doğru yöneldi. Hava soğuk; kar kapladığı ayaklara beyaz kefendi. Valizini alıp meydana doğru yürümeye başladı. Bu yollardan bir daha geçmezdi o yüzden veda edercesine göz gezdirdi. Muhsin amca ve diğer esnaflarla da ayaküstü vedalaştı.

Onu otogara götürecek olan otobüs durağına doğru ilerlerken Adar’ı gördü. Selam verdi. Damatlık aldığını söyleyen Adar bundan sonra ne yapacağı sorulunca bağ bahçe işlerinde çalışacağını söyledi ve ekledi,

“Hep bağ bahçe işleri ile gitmeyecek ama ömrüm. Berfin’i alıp buradan gideceğim. Berfin okumak istiyor. Derslerde bana da yardım edermiş, öyle söylüyor.”

Gürdal gülümsedi. “İçinizden ne geliyorsa öyle yapın” dedi. Bu esnada başını önüne eğen Adar mahcup bir tavırla Berfin’e kötü hiçbir şey yapmadığını söyledi ve bundan emin olduğunu dile getiren Gürdal’a bakarak sözlerini devam ettirdi.

“Hiç unutmayacağımız, hatta haftada bir hatırlayacağımız kötü bir salı yaşandı. Belki bu Berfin’e haksızlık olur ama o salı bitmek bilmeyen bir kan davasını sonlandırdı. Galiba bu salı beni bazı kötülüklerin, diğer kötülükleri yok edebileceğine inandırdı.”

Gürdal eliyle başına dokunduğu Adar’a sarıldı. Gülerek “Haftada bir de hatırlamayın ama...” dedi ve yoluna devam etti. Hava kararmak üzereydi. Adımlarını hızlandırdı. Çocukluğuna gidebilse kesin “Salak” derdi. “Acele edecek ne var!” diye de eklerdi ama demedi. Burası onu çocukluğundan edecek kadar değiştirmişti. Eski Gürdal olabilmek için hızla ilerledi.

SON


Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 03 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SALIYA DUYULAN İHTİYAÇ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin