BİRİNCİ BÖLÜM

24 2 4
                                    

SALIYA DUYULAN İHTİYAÇ

Hava kararmaya başlayınca adımlarını daha hızlı atması gerektiğini anlamıştı. Zihninde çocukluğunun canlanmadığı an neredeyse yoktu. Bu yüzden ilk adımlarını anımsadı. Tam hatırlamıyordu. Muhtemelen yüzünde tebessüm ettiren şahane bir gülüş vardı ve minicik kalbi var gücüyle çarparken o, birazdan düşeceğini bilmeden hızla ilerliyordu.

"Salak!" Dedi. Bu esnada elleri cebinde, soluk alıp verişiyle ağzından çıkan duman dudaklarından hemen ötedeydi. Gözleri bastığı yer ile önü arasında gidip geliyorken devam etti:
"Ne var acele edecek? Akışına bırak. Doğuştan sakat değilsen elbet yürüyeceksin."

Kar yağmıyordu ancak yerlerde ve dam üstlerinde gözlerden uzun süre kaybolmayacak kadar vardı. Üzerine gidilmedikçe beyaz, gidildikçe soğuktu. Yürümeye devam etti. O saatlerde mecbur kalmadıkça sokağa çıkan olmazdı. Pencereye çıkan, damda sigara yakan dışında kimseleri görmemişti.

Evin önüne geldi. Gözleri ayaklarındaydı. Önce sağ ayağını sonra da sol ayağını kaldırıp birkaç defa yere vurarak peşinden gelen kar birikintilerini savurdu.

"Siz de benim uğruma eriyip bittiniz yahu."

Kapıya üçüncü kez vurma gereği duyunca yüzündeki tebessüm kaybolmuştu. Sadece açan kişinin geleni görebileceği kadar açıldı kapı.
"Ah, kapılar. Sadece beklenti içinde olanlar ve uğurlayanlar tarafından ardına kadar açılırlar."
"Soğuk girmesin diye..."
"Biliyorum."
İçeri girdi. İki oda, mutfak ve banyodan ibaret olan evin sadece oda ışığı yanıyordu o an. Hakan yarı açık gözlerini ovuşturarak odaya geçti. Hakan burada uyurdu. Televizyon onun odasındaydı ve geç saate kadar oturup haberler seyrettikleri çok oluyordu.
"Çay içer misin?"
"Olur, içerim.
Hakan çay doldururken bir yandan da otuz yedi ekran televizyondan açtığı haberlere göz gezdiriyordu.
"Haberleri izledikçe büyük şehirlere olan ilgim azalıyor."
Üzerindeki montu çıkaran Gürdal odaya girer girmez televizyona baktı. "İstanbul'da yan baktın kavgası" başlığıyla verilen habere birkaç saniye bakıp Hakan'ın karşı tarafında olan üçlü koltuğa oturdu. Hakan'ın onun için doldurduğu çaydan bir yudum aldı.
"Yarın da buraya olan sabrın azalmayacak mı?"
Hakan'ın verdiği karşılık gülmekten öteye gitmediğinden, adeta buradan gitmek için bir sebep arayan Gürdal sorusunu yineledi.
"Azalmayacak mı?"
"Sen düşün orasını Gürdal hocam. Ben her yaz tatilinde ailemi görmeye gittiğim için İstanbul havası alırım ama doğma büyüme buralıyım.
"Doğru diyorsun ama sana da İstanbul'u aratıyordur burası."
"İnsan özlemiyor değil tabii. Müthiş bir kalabalık, her köşesinde ayrı bir farklılık; insanlar, sokaklar, imkânlar..."
"Oradaki imkânlardan faydalananlar için burası imtihan olur, değil mi?"
"Olmaz ama senin buradan gitme vaktinin geldiği söylenebilir."
Gürdal sesli bir gülüşle "o kesin" dedi. Hakan'ın ona karşı olan sert bakışlarından habersizdi.
"İmkânlar konusunda haklı olabilirsin biraz. İstanbul bir erkek için, en çok da arzuları için seçeneklerin oldukça fazla olduğu bir şehir."
"Yok artık. Bir de İstanbul benim için cinsel obje deyin de tam olsun."
"Hayatın gerçekleri değil mi bunlar, hocam?"
"Hangi gerçekler?"
"Hocam, işte..."
"Asıl soru hangi hayat? İstanbul'u tehlikeli bulanı anlarım, kalabalık diye yakınana hak veririm ama İstanbul'u cinsel hayatının hareketlendiği bir durak olarak görene gülerim. Neremle güldüğümü söylemeyeyim..."
"Burada yağız köylü kızı bile göremediğin günler gelsin o zaman hak vereceksin hocam."
Gürdal başından savurur tavrıyla alaycı bir gülüş attı. Hayata aynı açıdan bakmadıklarını bugün daha net anlamıştı. Buraya gelirken ardında bıraktığı İstanbul'u, buradakilerin, en çok da karşısında durup yarın eğitimci olarak öğrenci önüne çıkacak olan bu adamın ağzından böylesine basit bir şekilde duymak, içinde uzun süre geçmeyecek bir huzursuzluk bırakmıştı. Çay bardağında çakılı kalan elleri ve uzunca süre öylece kırpılmadan duran gözlerinden uzağa daldığı anlaşılıyordu.
"Daldın hocam..."
Gürdal irkilerek Hakan'a baktı.
"Hı?"
"Daldın."
"Ha, sessizlik olunca birden..."
"Ne diyorsun, bu sene gidecek misin buradan?"
"O nereden çıktı?"
"Şikayet kutusundan."
"Anlamadım."
"O kadar çok şikayet ediyor, İstanbul'un burnunda tüttüğünü sözlerinle o kadar hissettiriyorsun ki gideceğini düşünmek zor olmuyor."
"Zamanı gelince gideceğim tabii. Şu da var ki insan gitmek istediği yerde onu tutan sebepleri göz ardı edemiyor. Evet, İstanbul burnumda tütüyor ama gitmek fikrine ısındıkça burayı düşünüyorum. Burayı yüzüstü bırakmak, gittiğimde burnumdan getirir. Bu seneyi bitirip, liseye geçiş yapacak olanları sınava iyice hazırlamak gerek, öyle değil mi? Ondan sonra tayin istemeyi düşünüyorum ben de "
"Öyle tabii. Buranın çok seçeneği yok hocam. Okul okuyacaklar ya da erkekler el ayak işlerinde vücudunun nasır tutan yerlerini bıçakla oyup yoluna devam edecek kızları da küçük yaşta evlenecek. O yüzden iyice hazırlamak bir yerde görevimizden ziyade borcumuz."
"İstanbul'a yaptığınız vahim yakıştırmadan sonra sizinle aynı fikirde olmayı beklemiyordum."
"Dediğime geleceksiniz de bakalım ne zaman..."

SALIYA DUYULAN İHTİYAÇ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin