İyi okumalar dilerim canlarım
Sabır, bu hayattaki en önemli şeydi. Sabretmeyi bilenler, bu hayatı yaşamış, anlamış ve herşeyin bir zamanı olduğunu öğrenmiş, olanlardır. Sabretmeyi bilmeyenler ise, bu hayatta hep kaybeden olmuştur. Sabır, hep kazandırmıştır. Sabredin, en önmelisi, sabredmeyi bilin...
Bu kutuyu, açacaktım. Hemen şimdi burada. Kutuyu açmak için, kapağından tuttum. Kapağını yavaş yavaş kaldırdığımda, heyecanla içinden ne çıkabileceğeni düşünüyordum. O sırada, kutunun içinde olan kraliçe tacını gördüğümde, şaşkınlığım 10 metre öteden anlaşılıyordu. Kutunun kapağını tamamen açtığımda, yanılmamıştım. Bu annemin tacıydı. Kutunun dibinde her zamanki gibi, olmazsa olmaz, tozlu mektup vardı. Elime mektubu alıp, mektubu açtım.
Yazan, annen
Sevgili kızım Güneş;
Bu mektubu okuduğuna göre, çoktan ölmüş hakkı rahmetime kavuşmuşum.
Seni seviyorum, sevgili kızım Güneş.
Kardeşlerine, iyi bak onlar benden sana emanet. Gelelim asıl konumuza, kutudan çıkan tacımla ilgili aklında sorular olduğunu biliyorum, sevgili kızım Güneş. Bu tac, artık beni değil, seni onurlandıracak. Nasıl yapacağım diye bir endişeye kapılma, sabrederek, öğreneceksin. Sen herşeyin başından kalkan bir kızsın. Sakın başını kimseye eğme, egdirtme. Baisni dik ve kararlı tut. Kendini asla ama asla ezdirme, ne kadar büyümüş olsanda sen hala bemim biricik kızımsın Güneş...
Seni ve kardeşlerini çok seviyorum. Dediklerimi unutmayın, sayın kraliçe Güneş...Mektubu okuduğumda, gözümden akan yaşı, sildim. "Senin için, güçlü olacağım, canım sarı saçlı annem." Dedim, bağırarak. Taca elimi uzattım. Tacı elime aldığımda, üzerine dizilmiş, küçük elmasları ve ara sıra büyük elmasların olduğunu, gördüm. Çok güzel görünüyordu
Dokunmaya korktuğum taç, şuan ellerimdeydi. Bu tacın sahibide bendim.Tacı kafama takmak için, ellerimdeki tacı, kafama doğru götürdüm. Tacı, kafama taktığımda, hüngür hüngür küçük bir çocuk gibi, ağlıyordum. Bir yandan üzülüyor, bir yandan seviniyordum. Kim bir kraliçe olmak istemez ki...
Aynanı karşısına geçip, kendime baktım. Çok güzel görünüyordum. Dışarı çıkmak için, kapıya doğru yöneldim. Kapıyı açıp, dışarı çıktım. Kendi odama doğru gittim. Kapıyı tıklatıp, "girebilir miyim?" Diye seslendim. İçeriden Beliz'in "gel" sesini duyunca, kapı kolunu tutarak, kapıyı açtım. Beliz beni görünce ilk dediği şeyler şunlar oldu "abla, nasıl yani? Annem sana tacını mı bırakmış? Yani sen şimdi kraliçesin? Öyle değil mi?" Diyerek ne cevap vereceğimi bekliyordu. "Evet, Beliz ben artık bir kraliçeyim." Dedikten sonra, abim içeri girdi. "Güneş? Nasıl yani?" Dediğinde, "evet kardeşlerim, annem tacını bana bırakmış, ve bu kraliyeti benim yönetmemi söylüyor, mektupta..." İkiside hala şaşkın şaşkın bakarken, dışarıdan bir ses geldi. "Beliz, burda kal, İclal, benimle gel, ne olduğuna bakacağız." Diyerek koşar adımlarla, bahçeye çıktık.
Demir kapının önündeydik. O an anlamıştım. "Bu orman tilkisinin muhafızları" belimde duran kılıcımı çekerek, elime aldım. "Ee, savaş başlasın ozaman..." Kapı koluna asıldığımda, İclal beni durdurarak, "kaç kişi olduklarını bilmiyoruz, leydim" "Ecelden korksaydık, burda değil, mezarda olurduk İclal, korkunun ecele hiçbir faydası yok"
"Ama..." "İclal! Ben kraliçeyim. Benim dediklerim olur, anlıyor musun?" İclal'in konuşmasına fırsat kalmadan, kapıyı açtım.Ordu mu? Ne? 20 30 kişi üzerimize doğru geliyordu. "İclal! Git ve korumaları çağır! Ben idare edeceğim. Sakın itraz etme!"
Hala üstüme doğru gelen muhafızlara baktığımda, "ecelinize mi susadınız. Sayın beyefendiler?" Cevap gelmediğine göre, bu demek oluyor ki, evet ecellerine susamışlardı. 20 30 kişiyi nasıl idare edeceğim ki? O sırada küçüklüğümden bir an geldi, aklıma...
12 yıl önce
Anne! anne! Bu köpekler bana çok kötü bakıyor. Bana saldırırlar mı? Arkamı döndüm. Anne! Anne! Nerdesin? Korkuyorum. Köpekler daha da havlamaya başladığında, elimde olan poşete baktım. Onlara ihtiyacı olan şeyi verirsem, beni rahat bırakırlar. Diye içimden geçirdim. Poşetten, 3, 4 parça et çıkardım. Sakince, önlerine koydum. Onlar etleri yemeye başladığında annem geldi. Kızım! İyi misin? Ahh ahh seni yalnız bırakmamam lazımdı. "İyiyim anne merak etme"
Şimdiki Zaman
Demek ki neye ihtiyaçları varsa, verecektim. Bağırarak "DURUN, ANLAŞMA YAPALIM" en öndeki adam, konuşmaya başladı. "Ne anlaşmasından bahsediyorsunuz?"
"Orman tilkisini size vereceğim, ve sizde çekip gideceksiniz" öndeki muhafız, başıyla onayladı. İclal korumaları getirdiğinde, "Orman tilkisini buraya getirin" diye emrettim.5 dakika sonra, orman tilkisini getirdiler. "Bu son karşılaşmamız değil orman tilkisi" diyerek sırıttım. "bencede kraliçe arı" diyerek, başımdaki tacı işaret etti. "Çok konuşma ezik tilki, bu konuşma çok uzadı. Götürmeyi düşünüyor musunuz sayın beyefendiler?" Diyerek, orman tilkisini işaret ettim. Muhafızlar, orman tilkisini alıp götürdü.
İclal konuşmaya başladı. "Kraliçem, sence bu yaptığımız doğru muydu?" "İclal, öncelikle, bana ismimle hitap edersen sevinirim. Evet doğru yaptık. Hem en yakın zamanda, tekrar buraya gelecektir." Dediğimde, Beliz'in odasına doğru çıkmaya başlamıştım.
Kapıyı vurdum. Beliz "gel!" Diye bağırdı. Kapıyı açıp, içeri girdim. Beliz konuşmaya başladı. "Abla, hiç iyi değilim. Çok canım yanıyor." Dedi, karnına bakarak. "Beliz, bir hekim çağıralım" İclal, odaya girdi. "İclal, Beliz hiç iyi değil. Bir hekim çağırır mısın?" "Tamam abla, hemen çağırıyorum." Diyerek dışarı çıktı. "Beliz, iyi olacaksın, söz ver." "Söz" dedikten sonra, yavaş yavaş gözlerini kapattı. "Abla ilaçlarımı ver" dedi. Son kez...
Okuduğunuz için teşekkür ederim 💞 💕 💞 💞 💞 💕 💞 💞 💞 💕 💞 💞
Beliz ölür mü? Yaşar mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneşin Sönüşü
Acciónben Güneş hayattaki tüm zorluklara rağmen ayakta kalmayı başarmış mıydım? hayat hikayemi okuyarak öğrenebilirsiniz...