Doğanın en büyük yeteneği, her insana aynı anda farklı hisler yaşatabilmesidir sanırım.
Mesela az önce güneş vardı. Boğucu bir güneş. Yağmur öncesi insanın üzerine bastıran, terleten cinsten... Kimisine göre tam gezmeye, aylaklık yapmaya uygun bir hava. Benim içinse, evinde oturup sadece insanları izleyebilmeye...
Böyle bir gündü. Garip bir sessizlik vardı sokaklarda. Hava gittikçe kasvetini artırmış, kısa bir süre sonra yağmur çiselemeye başlamıştı.
Aslında sevebilirdim böyle havaları. Ama o gün içime bir sıkıntı düşmüştü. Nedenini bilmediğim, çözemediğim bir sıkıntı. İçimi yiyip bitirebilecek cinstendi.
İtalya'dan yeni dönmüştüm ve gündem halen bendim. Birçok köşe yazısında Verona maceram ballandıra ballandıra anlatılıyordu. Sık sık hakkımdaki yorumlara bakmama rağmen içimdeki sıkıntı bir türlü geçmemişti.
Surrey Hills'teki mütevazi evimin çatı katındaydım. Tek kişi, iki kedi, üç öğün yemek, dört mevsim...
Sıkılmadan zaman geçirebileceğim, ihtiyacım olan tek şey bu evdi. Siyah şeritli tül perdeyi yarıya kadar aralamıştım. Eskimiş parkelerin üzerindeki özel iran halısını pencerenin önüne kadar çekmiş, petrol yeşili iki minderi üst üste yerleştirmiş, dizkapaklarımın seviyesine gelen pencerenin önüne bağdaş kurar gibi oturmuştum. Sokakta sağa sola koşuşturan, dağılan insanları izliyordum.
Bu ev, bu pencere benim sığınağımdı. Babamdan bana kalan son kaleydi. Sıcak bira içip soğuk pizza yemekten gocunmadığım hayattaki en favori mekânımdı.
Ancak eskisi kadar tat vermiyordu. Oysa çocukken ne severdim burada, tam camın önünde meşe sedire oturup gökyüzünü seyretmeyi. Kuşları sayardık babamla, bazende arabaları. Ama insanlara hiç bakmazdık. Çünkü biz bize yetiyorduk; başka hiçbir kimseye ihtiyacımız yoktu. Dünya tekti; biz birbirimizdik.
Babam bu dünyadan göçüp gittiğinden beri insanlara bakıyorum. Belki de onun yüzünü arıyorum yoldan geçen herkeste. Onunkine benzer bir yüz ifadesini... Saçını rengini, güneş gözlüğünü... Arada bir başına geçirdiği o siyah şeritli kahverengi fötr şapkaya bakıyordum en çok da. Bu halimi fark edince, kendime gülümsedim.
Yağmur şiddetini arttırırken, elimde tuttuğum içi kahve dolu kupanın avucumu yakmaya başladığını fark ettim. Ama umursamadım. Kendimle baş başa kaldığım, insanların sokakta kayboluşlarını seyrettiğim bir
YOU ARE READING
ONA KADAR SAY - Işıl Işık
Misteri / Thriller"Bir ev, bir cinayet. Ya da iki mi demeliyim? Peki ya ölmüş bir insanı yeniden öldürmek mümkün müdür? Diyelim ki öldürdük peki ya bu ikinci bir cinayet sayılır mı?"