Última vez.

8 1 1
                                    

ㅤ                        13

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

ㅤ                        13.07.2024


---


Kaçtım kederimden

Aynalarda yüzüme bakmam.

Bi' sigara sardım,

Seni düşünmeden yakmam.

Ayrıldıkça yollar,

Yollar..

Her gece dualarım

Bitmedi rüyalarım mutlu sonla.

Ağlama, ben ağlarım

Can bulur mu toprağım, gözyaşında?

Kim anlar derdimi?

Biz olduk hem dost, hem düşman.

Hep kal düşlerimde,

Kâbuslarımda benimle yan.

Ayrıldıkça yollar,

Yollar..

Her gece dualarım

Bitmedi rüyalarım mutlu sonla.

Ağlama, ben ağlarım

Can bulur mu toprağım, gözyaşında?

Ağlama, ben ağlarım

Sen benim diğer yarım, artık anla...


Önünde durduğum uçuruma gözlerimi dikmiş öylece bakarken, arada hafif hafif esmeye çalışan rüzgar, boyası akmış saçlarımın arasına karışıp onları da dağıtıyor benim gibi. Batmaya başlayan güneşin son demleri ılık ılık sızıyor tenime, ince, güçsüz ışık hüzmeleri gözlerimi biraz kısmama sebep oluyor. Belimi dik tutmamı engelleyen bir yorgunluk üzerimde geziniyor, ferinden eser kalmamış gözlerimi etrafta gezdirme refleksimi bile engelliyor. Zar zor ayırdığım dudaklarımın arasından geçen hava ciğerlerime inene kadar uğradığı her yeri delik değiş ediyor, ciğerlerime saplanan batma hissiyle istemsizce yutkunuyorum.


Parmaklarım yavaşça hareket ediyor, gözlerimi onların üzerine indirmem parmaklarım cebime ulaşana kadar sürüyor. Pantolonun cebine sokuyorum parmaklarımı, uçları telefona değince tutup çekmek için bile gücüm olmadığını hissediyorum bir an için. O an istemsiz bir gülüş oluşuyor dudaklarımda. Boks torbalarını yumruklayan bu eller, şimdi açtığı ekranda göreceği saatin ağırlığına karşı güçsüz kalmış, kımıldayamıyor bile. Acınası hâlime gülüyorum bir süre, gözlerimi kaldırıp güneşe çevirince bulanıklaşan görüşüm belli ediyor kendini. Saçlarım görüşümün önüne geçince düzeltmeye yeltenmiyorum bile, bir süre bir şeyleri görmemek, duymamak ya da hissetmemek için veremeyeceğim şey yok çünkü.


Birkaç dakikanın ardından gözlerimi tekrar üzerime indiriyorum, parmaklarım telefonu sarıp çekiyor bu sefer. Açılan ekrandan kısık bir ışık yansıyor yüzüme, güneş bulutların arkasına karışmış, son ışıklarını da çekmiş üzerimden. Saate bakınca irkilmiş gibi etrafta gezdiriyorum gözlerimi, ekranın ışığı da kapanıp cebimdeki yerine dönerken zorla da olsa hareket ediyorum yerimde. Gözlerim son kez geçiyor önümdeki büyük uçurumun derinliklerinden, uçuruma yeterince bakarsanız uçurum da size bakmaya başlar. Bu izlenme hissi üspertiyor beni bir an, silkelenerek gözlerimi oradan ayırıyorum. Rüzgar ise ürpertimi hissetmiş gibi soğukça geziyor tenimde, kuru bir soluğu daha ciğerlerime çekerken arkamı dönüyorum. Gözlerim birkaç adım geride duran arabanın üzerinde geziniyor, ardından yanıma düşüyor, eğilip parmaklarımı geçiriyorum spor çantasına benzeyen çantanın tutma yerlerine. Pek ağır olmadığı için kolaylıkla kaldırılabilecek bir çanta, yine de koluma geçirirken sanki üzerime aldığım tek yük bir çanta ve birkaç kıyafetten daha fazlası gibi geliyor.


Birkaç adım atıyorum, bedenim arabaya yaklaşıyor git gide ama zihnim uçurumun önünde, o bulanık gözlere bakmaya devam ediyor. Parmaklarım kapının kolunu sarıp çekince çıkan sesle sanki korkup kaçmış gibi yok oluyor bakışların ağır hissi, zihnim yeni yerine gelmiş gibi başımı hafifçe sallayarak giren ağrıyı atmaya çalışıyorum. Bedenimi açık kapının ardından koltuğa atarken elim saçlarımın içinden geçerek geriye atıyor önüme düşen tutamları, sanki az sonra tekrar düşmeyeceklermiş gibi. Çantayı yan koltuğa bırakıp başımı koltuğa yaslarken göz kapaklarım kapanıyor istemsizce, kavuştuğum yarı saydam karanlık bile huzursuz bir uğultu ile dolduruyor kulaklarımı, parmaklarım kapıyı arıyor bu karanlığın içinde, tutup kapatırken o huzursuzluğun içinde hissettiğim huzuru yüzüme son kez vuran bir esinti sızıyor içeriye. Dudaklarımın arasından sızmaya başladığında gözlerim aralanıyor, ellerim otomatik bir hareketle kemeri çekip yerine takıyor, ardından arabanın çalışması için start yazan tuşun üzerinde gezdiriyorum parmaklarımı, sanki bir yerden güç almayı bekler gibi. Aradığım güç gelmeyince basıyorum yavaşça, motorun çalışma sesi ulaşıyor kulağıma, yanan farların ışığı laciverte dönen havanın içinden geçerek ince aydınlık bir yol oluşturuyor.


O ışığın açtığı yolda gezdiriyorum önce gözlerimi, ucu uçuruma çıkan, lacivertin içinde aydınlık bir yol, tuhaf bir gülümseme yer ediniyor dudaklarımda. Beni oradan ayıran şey ise cebimde oluşan hafif titreşim ve açılan ekrandan süzülen kısık ışık oluyor, parmaklarım hızla sarılıyor telefona, ekranda yer edinen adın üzerinde dolaşırken gözlerim, ekran birkaç kez yanıp sönüyor. Başparmağım yeşil tuşun üzerinde kayıp telefon kulağıma ulaşırken duyduğum sesle içim sıkışıyor.


Bul beni kaybolmuşum, izim silinmiş dilim suskun, susmuşum. Bak bana mahvolmuşum, senden kendimi almayı, unutmuşum.


Kapanan göz kapaklarımın arkası karanlık değil bu sefer, önümde var olan uçurumu ve gözlerimden ayrılmayan bakışları hissediyorum iliklerime kadar. Rüzgar çarpıyor yüzüme, boğulma hissi tıkıyor kulaklarımı. Bir adım atıyorum farkında olmadan, bir şey bedenimi emrimde olmadan yönlendiriyor sanki. Rüzgar sırtımı okşayarak geçiyor, ürpertiyor beni, sanki bu dokunuşun altında bir el itiyor beni, gözlerimi ayıramadığım karanlığın içine gömüyor beni. Düşme hissi bedenimi kasıyor, gözlerimi açamıyorum bu sefer, rüzgar saç diplerime bile acı verici şekilde baskı uyguluyor, ciğerlerime giden hava azalıyor, kasılma yüzünden hissettiğim sıcaklık ve kavrulan ciğerlerim nefessizlikle yanıyor.


Dudaklarımı aralıyorum çaresizce, o anda yüzüme çarpan su zihnimde şaşkınlığı hissetmem gerektiğini hatırlatsa da sanki bedenim ve zihnim bunu önceden biliyormuş gibi hiç tepki vermiyor. Su akıyor ciğerlerime, ince, yakıcı bir çizgiyle dolduruyor ciğerlerimi. Gözlerim aralanınca aynı karanlık karşılıyor görüşümü, bedenim emrimden çoktan çıkmış gibi, derinliğini tahmin edemediğim bu okyanusun içinde düşmeye devam ediyor. Parmaklarımı bile oynatmadan gözlerimle izliyorum bu sonsuz hissi. Kulaklarıma boğuk bir ses ulaşıyor, suyun içinde, dalgalar gibi dağılarak bana ulaşmaya çalışan sesi görüyorum, kulağıma varana kadar ne kadar ayrılıp bölündüğünü görüyorum, kısık bir ses adımı söyleyince başımı kaldırıp etrafa bakmaya çalışıyorum suyun verdiği kısıtlama ve yavaşlık ile. Boğuk ses git gide artıp netleşmeye başlayınca başımı çevirdikçe önümde dağılıp duran saçlarım kısıtlı olan görüşümü mahvetmeye ve içimi sıkan his büyümeye devam ediyor.


Hyung!


Açılan gözlerimi önümdeki direksiyon ile buluştururken araladığım dudaklarımın arasından solumaya çalışıyorum rüzgarı. Direksiyona bastırdığım tırnaklarımı ve gerilen bedenimi fark ettikçe nefes alış verişlerimi sessizleştirerek parmaklarımın arasında deli gibi sıktığım telefona vermeye çalışıyorum odağımı.


Beni dinlemiyor musun hyung? Aloo?


Dudaklarım zar zor ayrılsa da kelimeler boğazıma dizilmiş, koskoca bir düğüm olmuş gibi, düzelmesi için her yutkunuşumda koca bir yumru varlığını hatırlatıyor bana. Parmaklarım gevşiyor, direksiyondan ayrılıp alnıma yapışan tutamları geriye atarken hafifçe öksürüyorum, boğazım sanki az önce boğulan ben değilmişim gibi rahatlıkla soluyor çektiği havayı. Gözlerim önümdeki lacivert hava ile birleşirken arkama yaslanıyorum yavaşça, ayırdığım dudaklarımın üzerinde gezen dilim kendimi rahatlatmaya çalıştığımın farkında gibi yavaşça ıslatıyor kuru dudaklarımı.


Buradayım, dinliyorum.


Sonundaa! Neredeyse yarım saattir seni bekliyorum, söz vermiştin, gelmiyor musun?


Geliyorum, yoldayım. Biraz daha bekle beni, olur mu?


Telefonun ucunda neşeli bir ses beni onaylayıp tatlı tatlı başka şeyler de söylemeye devam ederken dudaklarımın gerilmesine engel olamıyorum, bulanık zihnimin içinde dolaşıyor sesi, kelimeleri ayırma zahmetine bile girmiyorum. Sadece duyuyorum. Ardından kesilen ses geriye döndürüyor beni, bir an için bu sesi daha duyamayacak olmak içimde az önce soluduğum havanın ciğerlerime açtırdığı çiçekleri koparıyor köklerinden. Dalgın bakışlarım kapanan ekranda dolaşırken zihnim karışıyor tekrar. Hayatım boyunca verdiğim yanlış kararlardan bir diğeri mi olacak yoksa bu da?


Telefonu çantanın yanına bırakıp ellerimi direksiyona, kafamı ise yola veriyorum verebildiğim kadarıyla. Radyoda kısım sesli bir müzik eşlik ediyor bana, camı açıp soğuk rüzgarı alıyorum içeri. ’Cause you and I, we were born to die. Önüme düşen saçlarımı geriye atıyor bu esinti, gözlerimi açık tutmaya çalışmak zorlaşıyor. Choose your last words, this is the last time, ’cause you and I.. gözlerim kapanıyor bir an için, we were born to die. Tekrar açmamın sebebi ise kulağıma dolan yüksek ses ve şiddetli ışıklar oluyor, direksiyonu kırıyorum hâlâ çalışmasını umduğum son reflekslerimle. Kendi yoluma girerken göğüs kafesimi zorlar gibi atan kalbimin sesini duyuyorum neredeyse, şimdi olmaz, o gözler gözlerimde son kez neşeyle dolaşmadan olmaz. Hızımı düşürüp girdiğim yolda sürmeye devam ederken bugün yüzlerce kez bozulan nefesimi tekrar düzene sokmaya çalışıyorum. Üzerimdeki gömleğin birkaç düğmesine ulaşıyor tireyen parmaklarım, açmaya çalışırken gözlerimi yoldan ayırmıyorum, zaten yeterince geç kaldım. Normalde bekleyen taraf olmaya alıştığım için geç kalan kişi olmak stres olmama sebep oluyor, gömleğin açılan düğmeleriyle birlikte ellerim direksiyona yaslanıyor tekrar. Bu kadar uzaklaşmamış olmayı umuyordum ama insan bazen fark etmeden çok uzaklaşabiliyor, kendinden. Şehrin ışıklarına ulaşınca tanıdık gürültüler de yer etmeye başlıyor kulağımda, radyonun sesini açmıyorum, normalde duymamak için bastırdığım yaşamın sesine şu an öylesine ihtiyacım var ki.


Gözlerim kararan sokakları aydınlatmak için yanmaya başlayan sarı lambaların üzerinde dolaşıyor, tanıdık yollara kırıyorum direksiyonu, belki de yüzlerce kez yaptığım gibi. Kolumu açık camdan çıkararak parmaklarımın arasına doluyorum rüzgarı, benimle birlikte akıp gittikçe yaklaştığım ev üzerimdeki gerginliği azaltıyor. İçimde tuhaf, buruk bir huzur ile açılan parmaklarımı sıkarak tekrar içeri sokuyorum. Yaşamın hissi dolduruyor içimi, araba yavaş yavaş dururken. Gözlerim daldığı noktadan ayrılıp yolun karşısında duran eve çıkıyor, sanki içini görüyor gibi yavaşça geziyorum duvarların üzerinde.


Gece resmimi öpüp, vazgeçmişsin benden.


Parmaklarım tuşa ilerleyip hafif bir baskı ile kapatıyor arabayı, ortalık sessizliğe ve karanlığa gömülüyor. Fazla oyalanmadan avucuma sıkıştırdığım telefon ile çıkıyorum arabadan, kapıyı kapatıp ilerlemeden önce biraz yaslanıyorum arabaya. Telefonu cebime atıp doğruluyorum yerimde, üzerimde gezinip olabildiğince düzeltiyor kıyafetlerimi, ellerim. Yavaş ama büyük adımlar ile aşıyorum yolu, sanki ben adım attıkça uzaklaşıyor gibi küçülüyor ev gözlerimde. Dudağımı dişlerim arasına sıkıştırarak içimde büyüyen yanma hissini yutkunuyorum.


Bitmeyecekmiş gibi süren on - onbeş saniye sonrasında önünde dikildiğim kapıya uzanıyor parmaklarım, nazikçe gezdiriyorum üzerinde. Pürüzlü dokusu parmak uçlarımda ufak bir acı oluşturuyor, kapıdan kayan parmaklarım zilin üzerinde hafif bir baskı ile derin sessizliği bozunca derin bir soluk şişiriyor göğsümü. Elimi çekiyorum hızla, gözlerim önüme düşüyor, kapının önünde bana ulaşmak için hızla mesafeleri aşan adımların sesleri geliyor kulağıma. Kapının açılması ile eş zamanlı olarak omzuma sarılan parmaklar ile kaskatı kesiliyorum. İçimdeki yanma hissinin üzerine büyük bir dalga inmiş gibi, sönen ateşin ardında bıraktığı duman dağılıyor gözlerimin önünde. Sarısı biraz akmış tutamlar dağılıyor göğsüme, kollarımı refleks olarak sarıyorum beline. Başımı eğip yanağının yanına sokuluyorum, yüzünde yer edinen gülümseme yaslandığım yanağının gerilmesiyle belli ediyor kendini. Sen iste dağları, sen iste yolları aşayım. Geç kalmam, yaz beni diğer yarına. Sen iste dağları, sen iste yolları aşayım. Sen dokun, ziyan olmaz bana. Parmaklarımın bazıları sırtına tırmanıyor, yavaşça gezdirirken geriye çekilip ellerin omuzlarımda, yüzünde koca gülümsemen ile bana bakan yüzünde de gözlerimi gezdiriyorum. İstemsiz bir gülümseme konuyor benim de dudaklarıma.


Hoş geldin hyung! Nerede kaldın? Başına bir şey gelmedi değil mi? İyi görünüyorsun neyse ki.


Değilim, bu kadar uzağındayken iyi olamam, demeyi çok isterdim. Bir an aralanan dudaklarım aynı hızla sönünce kollarımı çekip tek elimle saçlarını karıştırmakla veriyorum cevabını.


İyiyim, trafik yüzünden geç kaldım. Merak etme sen beni.


Parmaklarım istemsizce yüzüne çıkıyor, yanağında süzülüyor dokunmadan, yaptığıma anlam verememiş gibi merakla elimde dolaşıyor gözlerin. Yine de hoş gülümsemen dudaklarında yerini koruyor. Küçük ellerin yüzüne çıkıp elime sarılıyor, durgun bakışlarımı çekmiyorum üzerlerinden. Ellerimizi aşağıya indirip evine doğru ilerlemeye başlayınca girdiğim transtan çıkararak yetişiyorum ufak adımlarına. Kapıyı iterek kapatıyorum arkamdan, zar zor. Beni çekiştirdiğin yere doğru ilerliyorum, sorgulama ihtiyacı duymuyorum, sadece sarı loş bir ışığın aydınlattığı salona gelince her zaman oturduğumuz kanepenin üzerinde duran battaniye ve masanın üzerindeki kupaları görünce hafif bir tebessümle duruyorum yerimde. Ben durunca beni çeken elin de duruyor, gözlerin bana dönüyor tekrar, benim gözlerim de hep ait olduğu gibi senin gözlerine dönüyor.


Hadii, zaten geç kaldın hyung. Filmi sensiz izleyecektim neredeyse!


İzleyemezdin ki, uyuyakalırdın yarısında. Kahven bittiğinde uykun gelirdi. Yine de hiçbir şey söylemeden gülümseyerek başımı salladım, koltuğa ilerleyip oturdum yerime. Kolumu yana açarak yerine davet ediyorum seni, tatlı neşenle birlikte yanıma adımlıyorsun hemen, yanıma sokulup kendine çekiyorsun bacaklarını. Başın göğsümün üzerine yaslanınca elim narin omzuna iniyor, hafifçe okşuyorum. Battaniyeyi çekiyorsun üzerimize, benim üzerime örtmeye çalışırken ufak parmaklarının arasından alarak seriyorum düzgünce, eline aldığın kumandayla birlikte gülümseyerek konuşmaya başlıyorsun. Her filmden önce yaptığın gibi, filmi nereden gördüğünü, neyle ilgili olduğunu, hangi kısmının seni cezbettiğini ve izlemek istemene sebep olduğunu anlatıyorsun bir bir. Ben ise omzumun üzerinde hareket eden başınla, sesinin kulaklarımı kutsadığı her anı, gözlerim gözlerine kenetli bir şekilde izliyorum.


Elim yanağına çıkıyor yine, bugün hâkim olamıyorum kendime bir türlü. Yavaşça okşarken anlattığın şeylere başımı sallamayı ihmal etmiyorum. Konuştuğun zamanlarda dinlenmediğini hissetmeyi sevmediğini ve sonrasında istemeden sessizleştiğini biliyorum çünkü. Neşeni yanımdayken asla kaybetme istiyorum. Sürekli hareket edip duran dudaklarına takılıyor gözlerim, başparmağım takip ediyor gözlerimi, bu dokunuş duraksamana neden oluyor. Gözlerin merakla parlamaya devam ederken sessiz kalmaya devam ediyorum. Birkaç ezici dakikanın ardından önüne çevirdiğin gözlerinle birlikte kumandayı televizyona doğrultup düğmeye basmanı bile izleyemiyorum. Gözlerimi alamıyorum üzerinden. Film başlayınca gözlerimi televizyona çeviriyorum, sonuna kadar kalamadığın için filmlerin sonunu sana sürekli ben anlatırdım, o yüzden dikkatle izlemem gerekiyor biliyorum. Başın omzumda yerini alırken elim omzunda gezinmeye devam ediyor, televizyonun karşısında sessizce oturuyoruz, gözlerimiz tamamen odaklanmış. Ama aklımız nerede bilmiyorum. Gözlerim sana dönüyor tekrar, sarısı biraz akmış saçlarının arasında dolaşıyor. İçimdeki dürtüyle birlikte eğilip dudaklarımı bastırıyorum onlara. Sonra susuyoruz.


O evde seninle birlikte oturduk, sustuk. Yanımda durdun sessizce, burası sondu, başka bir yaşamdı. Bize bir mutlu son yazabildim mi bilmiyorum, ama elimden geleni yaptım güzelliğim.


Saatler kovaladı birbirini, zaman senin yanındayken hiç acımıyor bana. Filmin yarısını geçeli biraz oluyor, düzenli nefes alış verişlerinden ve uzun süreli sessizliğinden anladığım kadarıyla uyuyakaldın. Gülümsüyorum bunları düşününce, aşinalığımız her seferinde söktüğüm çiçekleri yerine dikmek ister gibi hoş bir umutla beliriyor içimde. Filmi kapatıyorum bu sefer, ufak bedenini alıyorum kollarım arasına. İlk geceden belliydi, o zaman neredeydin? Ben seni öperken, şimdi buna dur diyemezsin.


Daha seni bulamadan ben kayboldum gökyüzünde, şimdi ellerimiz dans edebilecek mi o çok sevdiğimiz yıldızlarda?


Fısıltıya karışan çatallı sesim beni bile hayal kırıklığına uğratıyor, uyumuş olmana şükrediyorum o an. Koltuğa uzanıyorum sonrasında, başımın altına ufak bir minder alarak. Göğsümde yerini alıyor bedenin, sakin solukların boynumu okşuyor bu sefer. Kolum beline dolanıyor, sıkıca tutuyorum seni, bensiz düşemezsin artık. Diğer elim yüzüne çıkıp çene çizgini tutuyor nazikçe, göz kapaklarınla örtülü gözlerin buluşuyor gözlerimle. Duymuyorsun beni ama yine de fısıldıyorum sana, muhtemelen yarın uyuyakaldığın için ve seni uyandırmadığım için tatlı sinirinle azarlayacaksın beni, ama umrumda değil. Bu manzarayı hiçbir şeye değişmem.


00' Bebeğim. Yılımı güzelleştiren gülüşünü hayatıma dahil ettiğin için teşekkür ederim. Başka bir yaşamda, başka bir mutlu son. Biz bunu hak etmiştik, birtanem.


---


Son.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 12 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Taekook || Atlantis.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin