Elime telefonumu her aldığımda hayatta bir amacım olmadığını hatırlarım. Saatler, günler. Bazen saatlerce aç kalırım o ekrana bakmak için. Suyun, yemeğin amacını unuturum. Bazen de internetin asıl icat edilme amacını. Bazen tıkladığım şey camdan bir ekran olur bazen klavyenin tuşları. Ne kadar çok "bazen" kullandım değil mi? Çünkü aklımda başka kelime yok.
Bir videoya attığım yorumla başladı her şey. Aslında her zaman farklı şeylere ilk adımı atıyordum da fark etmiyorum. Komik bir yorummuş gibi geldi. Yüzlerce, binlerce beğeni aldı. Cevaplar, espriler, yorumlarda dolaşan ön yargı mesajları, küfürler. İnsanın elinin içinde bir internet olunca ne çok özgüven geliyor. Sanki hesaplaşmayacağız gibi...
"Selam."
Bildirim sesini duyduğumda dersteydim. Sıranın altından telefonum titredi. İyiki fark etmedi hoca. Yoksa hemen almışlardı.
"Selam?"
Kim olduğumu bilmediğim bir kişi daha girdi o an hayatıma. O iki hecelik kelime ne kadar şeye mâl oldu. Kim bilir? Doğru, ben bilebilirdim. Ama o an bilemedim.
"Nasılsın?"
Nasıl olduğum sorulduğunda derste olmam ayrı komik. Bu hoş değil bence. Kendine saklanılması gerekilen zevkler var.
"Kimsiniz?"
Kim bu?
"Kaba bir cevap."
Ne çok şey yazmak isterdim aslında. Kalbim hızla atıyor. Neden bilmiyorum. Yakalanma korkusundandır herhalde.
Cevap vermedim. Vermemem daha iyi. Hadi ama, sınavım var. Hayatının üçte ikisini internette geçiren bir ucubeyle konuşamam. Evet, belki ben de öyleyim. Ama şu an konu bu değil. Telefonumdan bildirim geliyor. Bir bildirim daha. Bir tane daha ve bir tane daha...
"Ahsen!" Hocanın ismimi seslenmesi ile yerimden sıçradım. "Evet, derse telefon getirebilirsiniz, sonuçta kurs. Ama aklınıza hiç mi sessize almak gelmedi? Bir de utanmadan bakıyorsunuz!" Sınıfın bütün gözleri bana döndü. Bazıları kısık kısık gülmeye başladı. Hocanın bana doğru gelmesinler kafamı ona çevirdim. Sinirle sıramın altından telefonumu aldı. "Özel hayat gizliliğinden dolayı telefonunuzu açmayacağım. Ama çıkışa kadar bu telefon bende Ahsen!"
"Aptal." Dediğini duydum soldan bir sesin. Fısıldadığı için tek ben duymuştum. Hoca gidince hafifçe kafamı ona çevirdim. O bana bakmadı. Acınası durumda olan biriyle göz göze bile gelmek istemez insanlar.
Ah ne kadar acınası. Kaldırımda açlıktan ölen fakirler, soykırıma maruz kalan ülkelerdeki masum çocuklar, bir suçu olmadığı halde öldürülen insanlar varken ne acınası bir durum böyle. Önüme döndüğümde bile duyduğum sesleri, hocanın tek bir sözü susturdu. Ama aklımdakileri susturamadı. Gözlerimin önündekileri susturamadı. Sadece otuz iki diş arasından çıkan bir uğultu susturuldu.
Telefonu elime almamla açmam bir oldu. Omzundan düşen çantayı umursamadan mesaja baktım.
"Sadece selam verdim."
"Bakmayacak mısın?"
"Rahatsız ettiysem özür dilerim."
"Belki sonra yazarsın."
"Aslında neden yazasınki?"
"Neyse."Neyse. Neyse boş ver. Ne gerek var cevap vermeye. Bir nedeni var mı cevap vermememin? Yok.
"Senin yüzünden telefonumu kaptırdım. Biliyor muydun?"
Saniyeler içinde cevap geldi.
"Nasıl yani?"
Eve giderken bir yandan yazmak zor. Ocak ayında üzerimde koskoca bir mont var. Omzumda da çanta.
"Dersteydim. Hem sen kimsin?"
Bıkkınlık. Hesabına girdim. Belki bir isim, bir fotoğraf vardır. Hayır. Yokmuş. Hiçbir şey yok.
"Videoda gördüm yorumunu. Baya kafa dengi biri gibisin. Tanışalım mı?"
Baktım mesaja uzun uzun. Adımlarım yavaşladı. Sakin, rahat adımlarla taştan köprüden geçiyordum. Evim köyde olduğu için yürüyüşüm uzun sürmeyecekti.
Yürüyüşüm uzun sürmedi. Ama ona olan inancım çok uzun sürdü.