0.3

5 3 0
                                    


Derin nefesler almaya çalışarak merdivenlere yöneldim. Sadece öfkeme yenilerek pişman olacağım şeyler yapmamaya çalışıyordum. Geri dönüp Bay Song'un 214 kemiğini kırmak ve spor salonu arasındaki mesafeyi karşılaştırırken beynimi oyalıyordum. 'Artık spor salonuna daha yakınım ve bu yüzden o gerizekalı adamın kemiklerini kırmak için yukarı çıkamam' demek için.

Matematikte tek bir doğru yol olmazdı. Bir sorunun cevabını birden fazla yolla bulabilirdiniz. Sadece bazı yollar diğerine göre daha pratik ve kısa olurdu. Neden uzun olanı yapıp vakit kaybedelim ki. Dinlediğim tek derste de uyumam gerektiğini bugün son derece geriye saran zekasıyla Bay Song bana çok mükemmel bir uslüpla anlatmıştı.

Yaptığı soruyu tahtayı dolduran işlemleriyle anlatırken sözünü şaşılacak bir şekilde el kaldırarak kesmiştim. O da izin vermişti. Soruyu neden bu kadar uzun yaptığını sorup kısa yolu anlatmıştım. İşlem altı saniyede hallolup cevap çıktığında itiraz edip yanlış yaptığımı söylemişti. Yaklaşık on beş dakika bu yüzden tartışarak herkesin cehennem ateşi gibi gördüğü ve beyin yetmezliği hastalığı ortaya çıkmasını sağlayacak yeteneğe sahip olan matematik dersini istemeden kaynatarak herkesin minnetini kazanıp dersten atılmıştım. O kafasında koca beyin boşluğu olan adam beni dersten atmıştı. Neymiş öğretmenden daha mı iyi bilecekmişim. Doğru yaptığımı anladığını biliyordum. Ama herkesin okuldaki en iyi öğretmen diye pohpohlaması egosunu tavanlara çıkarmış ve gurur yapmasına sebep olmuştu. Gereksiz herif.

Yine ve yine yarım gün yok yazılacağım için spor salonuna gidip uyuyacaktım. Gerçi önce her saniye gözümün önünden geçen o kocaman gözlükleriyle durmadan gereksizce konuşan Bay Song'u aşmam gerekiyordu. Büyük kapının kolunu iterek açtım. Uyuşuk adımlarla trübünlerin en arkasına gittim ve kuytu bir yere çantamı atıp kafamı üzerine koydum.

Minionları sayarak uyumaya çalışıyordum. Ama üç yüzlere gelsem de hala uykunun en ufak bir kırıntısı bile uğramamıştı. Ofladım ve sırt üstü döndüm. Tavandaki demirleri incelerken soyunma odalarının kıcırdayan kapısı çarpıldı. Bu tarafa gelen her saniye yükselen adım sesleriyle gözlerimi kapattım.

Adım seslerine top sektirme sesi de eklenince yan döndüm. Sarı saçlarını yana attığı kafasıyla savurduktan sonra tekrar iki yanına düşmesini sağladı ve yükselerek topu potaya yolladı. Top hiçbir yere çarpmadan fileden geçerek yerle buluştu. Kaşlarımı çatarak yattığım yerde oturur pozisyona geçtim. Amacı neydi bunun?

Topu gidip aldıktan sonra işaret parmağının ucunda döndürdü ve potaya hiç dönmeden geriye fırlattı. Ben hala top döndürme şekline takıktım. Bu hareketi Dowoon'dan bana öğretmesini isteme planları kurarken Hwang Hyunjin'in bakmadan rastgele attığı topun potaya girdiğini görünce şaşkınlıkla baka kaldım. Bu şans mıydı yoksa bilerek mi yapmıştı?

Eğer bunu bilerek yapabilecek kapasiteye sahipse gerizekalıydı.

Bu kadar iyi oynarken takımdan ayrılmak da neyin nesiydi! Ayrıca basketbol oynamak istemediğini söyleyerek dünyadaki en saçma nedeni sunduktan sonra ders sırasında spor salonuna gelip basket atması, amacının ne olduğuna dair olan merakımı bir kez daha gün yüzüne çıkarıyordu. Niye istemediği halde yapıyordu bunu? Ortada bir sürü gereksiz soru vardı ve ben iyice meraklanmaya başlamıştım. Takımdan ayrılmasının başka bir nedeni olmalıydı. Ve Dowoon'u tanıyorsam onu burda görürse ne yapıp edip ona spor salonuna girmeyi yasaklatırdı. Olmadı kapıda bekçilik yapıp onu içeriye almazdı.

Bakmadan attığı topu almak için potanın altına doğru ilerledi. Topu almak için eğildiğinde ne olduğunu anlayamadan acı dolu bir bağırışla hemen doğruldu. Oturduğum yerde panikle öne atıldım. Elini beline koydu ve birkaç saniye gözleri sımsıkı kapalı bekledi. Acının geçmesini bekliyor gibiydi. Nedenini bilmesem de yüzündeki ifade ne kadar canının yandığını anlamama yardımcı oluyordu. Kafasını yukarı kaldırdı. Ona ne olmuştu? Neden bu kadar canı yanıyordu?

hey, child! hwang hyunjinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin