23; Make A Death Wish

798 115 61
                                    

"baba?"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


"baba?"

☆☆onceki bölümü okuyup oylamayı unutmayınızz☆☆

kurdum jungkook gittiğinden beri fazlasıyla hassas bir hale gelmişti. elimden geldiğince dikkatini dağıtmaya çalışıyordum. evde bulduğum her şeyi inceliyor olsam da bir şekilde aklım dağılmıyordu. oraya gitmesinin ikimiz için de önemli bir sebebi olduğunu tabii ki biliyordum ama yine de yediremiyordum. daha yeni eşleştiğimiz için onu özlüyordum. aramıza giren bu mesafe canımı gerçekten yakıyordu. beni onlarca kez aramasına ve mesaj atmasına rağmen hiçbirine dönmememin sebebi de yıllardır varlığından dahi haberim olmayan gururumdu. ben jungkook'a aşık olduğum ilk andan beri gurur nedir bilmeyen biriydim. şimdi ise, o da beni sevdiğini belli etmeye başladığından beri kendime saygım artmıştı. jungkook'un bana karşı gösterdiği güzel duyguları, aşkı bana kendimi de sevdirmeye başlamıştı. kendime eskisinden daha fazla saygı duyuyordum. artık bana karşı yapacağı en ufak bir saygısızlığa tahammülüm yokmuş gibi hissediyordum. eğer beraber bir geleceğimiz olmasını istiyorsa bana karşı nasıl davranması gerektiğini bilmek zorundaydı.

telefonumun çaldığını duyduğumda başımı o yöne çevirdim. arayan yine jungkook'tu. cevap vermedim. önümdeki ahşap kapıya geri döndüm. her zaman meraklı bir kişilik olmuştum ve birçok kez bunun başıma dert açtığını da kabuk etmeliyim. bundan önce yaptıklarım da buna benzer şeylerdi. yeniliklere açık kişiliğim beni her zaman bilinmezliklere sürüklerdi. saniyeler önce takıldığım kilim kenarda dururken telefonun ekranı açık bir şekilde yanımda duruyordu ve arama durduğundan beri ardından gelen bildirim seslerini duyabiliyordum. önümdeki kapının (?) kulubunu kaldırırken pek bir şey düşündüğümü söyleyemezdim. bu yalnızca sonucunda neler yaşayabileceğimden bir haber olduğum basit bir merak duygusuydu. bana aitmiş gibi bile hissettirmiyordu. normalden farklıydı. sanki yapmam gereken bir şeyi yapıyor gibiydim.

aşağıda göreceğim şeylerin merakıyla bacaklarımı bir insan boyutundaki açıklıktan salarken karanlık ya da bilinmemezlikten çok yüksekliğinden korkuyordum. normalde yüksekten korkan biri olmasam da bu aslında sağlamlığını bilmediğim bir dala oturmak gibiydi. hem aşağıda ne olduğunu bilmiyordum, hem merdivenin yüksekliğini, hem de sağlamlığını... aşağı inen merdiven tırmanma merdiveniydi. tüm vücudumu içeriye sokarken hızla telefonumu da alıp fenerini açarak cebime soktum. aşağı indikçe burnuma küf ve ne olduğunu bilmediğim birçok koku gelmeye başladı. saniyeler sonra ise yankılı bir gıcırdamayla beraber ayağıyım yere bastı. o anda içimde kötü bir his belirdi ama çok umursamamaya çalıştım. heyecandan olabileceğini düşündüm. cebime sıkıştırdığım telefonumu elime alıp fenerini etrafa tutmaya başladım. ilk gördüm şey duvara monte edilmiş upuzun bir komodindi. üzeri gümüş renk şamdanların taşıdığı upuzun mumlar ve çerçeveli fotoğraflarla doluydu. fotoğraflarda tanımadığım bir sürü kişi vardı. onların bu evde çekildiğini hemen anlamıştım. çerçevelerden birini merakla elime aldım. beş kişilik bir arkadaş (?) grubunun verdiği mutlu bir pozdu. evin ön bahçesinde melek heykelinin hemen yanında çekilmişti. hepsi yüzlerinde kocaman gülümsemeleriyle kameraya bakarken dikkatimi çeken asıl şey arkalarındaki melek heykelinin duruşuydu. ağlamıyordu. kameraya bakıyordu. gülümsüyordu. diğer bir fotoğrafa baktım. yine karede o yüz vardı. fotoğrafların hepsinde kameraya bakıp gülümsüyordu. ürperdim. hayır, dehşete düştüm. elimdeki telefonum az daha kayıp gidiyordu.

no rainbows tkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin