0.4

328 40 25
                                    

"sarkıttım isimsiz derin sulara

bir oltanın ucun takıp kalbimi."

x

kerem, kötü hissettiği zamanlarda barış'ın onu yalnız bırakmamasını seviyordu. ne zaman canları acısa, düşseler, kötü hissetseler ya da bir şeye, belki bir kişiye veya dünyaya öfkelenseler her zaman biri diğerinin sırtını sıvazlar; elinden tutar ve ayağa kaldırırdı.

birlikte kötü hissettikleri zamanlarda ise yine birlikte düşerler ve birlikte ayağa kalkarlardı. 

barış, kerem'in bir desteğe ihtiyacının olduğunun farkındaydı. altay ile konuşmaya başladığından beri o kadar farklı bir enerji hakimdi ki arkadaşına... gözleri parıltılıydı, bu gerçekten öyleydi ve yüzünde bambaşka enerjili bir renk görüyordunuz. 

hayata uzun süredir karamsar bakan kerem aktürkoğlu gitmiş ve pozitif bakan o kerem gelmişti. 

ama bu çok kısa sürmüştü. 

altay'ın kerem'e başka birinin adıyla seslenişi; kerem'in tüm pozitif, iyi ve hayata karşı enerjili o hallerini alıp sol göğsünün en derin kıyılarına gömmüştü. artık oraya kimse ulaşamazdı. altay ise ulaşmak için çabalamazdı çünkü kalbindeki kızın yükü kıyıda ağırlık yapar ve kerem'in canını daha fazla acıtırdı.

"burası kafanı açmadıysa başka yere gidebiliriz?" barış, kerem'in sıkıntıyla önündeki birasıyla oynamasından endişe duymaya başlamıştı. birlikte sürekli içtikleri, eğlendikleri o gece mekanına gelmişlerdi. bu gece canlı müzik vardı ve kerem'in acıklı şarkılar dinleyerek daha da dibe batmasını istemiyordu. 

fakat şöyle bir sorun vardı: kerem, üzüldüğü zamanlar spotify listesini açar ve dinlerken zemine uzansam bile düşmeme neden olan şarkılar'ı dinlerdi. 

yani onu mutsuzken şarkı dinlemekten alıkoyamazdınız.

"kafamı hiçbir şey açamaz gibi hissediyorum." birasından birkaç yudum aldı ve yüzünü ekşiterek konuştu. "kalbimi açmasaydım kafamı kapatmak zorunda kalmazdım." 

barış güldü. "üzgünken bok gibi edebiyat yapıyorsun."

kerem belli belirsiz tebessüm etti. keşke şu hayattaki tek derdim üzgün olduğum zamanlarda edebiyat yapmak olsaydı diyerek geçirdi içinden.

birasından içtiğinde canlı müzikte girilen şarkının melodisi küfür ettirtmişti genç oğlana. "sikeyim!" 

barış, çalan şarkının redd'e ait olduğunu sözlere girilince anlayabilmişti. 

gerçekten altay'ı hayatından çıkarması için bu grubun şarkılarından uzak durması gerekiyordu!

sarkıttım isimsiz derin sulara

bir oltanın ucuna takıp kalbimi

yem olmuş duygular faşizmiydi aşk

hep başa sarmıştı küstüğümde hayata

kerem, şarkının sözlerini duyunca kalbinin ağzında attığını hissetti. melodisini işittiği andan beri sahneye bakmadığından söyleyeni görememişti ama kulaklarına dolan o ses altay bayındır'dan başkası değildi! 

etraf kararmıştı sanki. arkadaşı barış'ın eve dönme itirazlarını duyamıyordu. başka kimse yoktu etrafta. her yer karanlık, siyah... boş. tenha. sadece sahne aydınlıktı ve o sahnenin aydınlık olmasının sebebi ışıklar değildi; altay bayındır'dı. 

devretmiş dertler şehrinde

aynı güne uyanırken

miş'li geçmiş çöker üstüme

istesem de bugünü hiç yaşayamam

altay'ın sesi güzeldi, şiirleri oldukça hoş okurdu. nazım hikmet'in başka bir tınısı olurdu mesela kıvırcık okuduğunda. ama şarkı söylediğini hiç duymamıştı ve normalde redd ile şebnem ferah'tan başkası söylese dinlemeyeceği o şarkıyı söyleyişine büyülenmişti.

altay bayındır'ın sahnedeki gözleri, kerem aktürkoğlu'nun hayran dolu bakışlarıyla buluşmuş ve hafifçe gülümsemişti.

yok ki sonrası durmuşsa zaman

günün birinde

bozulmuş kalbin çok kırılmadan

sevmeden geçer zaman

"bozulmuş kalbim, fazlasıyla kırılarak. sevilmeden geçer zaman." birasını bıraktı, kerem. barış, arkadaşının şarkı sözlerini değiştirmesine üzülmüştü. olduğu gibi birisiydi çünkü kerem. hissettikleri dışında davranamazdı ve bok gibi hissettiğini anlamak için dahi olmaya da gerek yoktu.

"kerem, gidelim diyorum sana. neden dinlemiyorsun oğlum beni?" kerem, altay'ın şarkıyı bitirmesiyle barış'a döndü. "bu herif neden her yerde karşıma çıkmak zorunda?" 

bir şey söyleyemedi, barış. arkadaşını alıp dışarı çıkacağı sırada altay'ın masalarına gelmesiyle bu yarım kaldı. 

sarışın, kendisine el uzatan kıvırcığa baktı. kerem'i üzen o eli sıkmak istemese de olay çıkaramayacağının da farkındaydı. 

altay, barış'ın elini sıkıp kısaca bir nasılsın faslını hallettikten sonra kerem'e döndü.

elini uzattı, kerem karşılık verdi ve altay oğlanı kollarının arasına alarak sarıldı. şaşırmadı, kerem. sadece solundaki o sızıyı artık hiç geçiremeyeceğini düşünüyordu çünkü gittikçe kıvırcığın kokusu ciğerlerine tanıdık gelmeye başlıyordu. 

onu nasıl sileceği konusunda hiçbir fikri yoktu. 

siktir git, diyerek geçirdi içinden kendisine kızarak. kollarının arasındayken onu silmekten bahsediyorsun, asalak herif!

altay, kerem'den ayrıldıktan sonra merakla sordu. "beğendin mi? ne işin vardı burada?" 

kerem güldü. "burası da mı senin işletmen?" altay, oğlanın sorusunda hafif bir alaycılık sezse de takılmamayı düşünmüştü. "hayır, değil. bugün sahne alan sinem arkadaşımdı sadece." düzeltme ihtiyacı hissetti. "yakın bir arkadaşımın sevgilisi sinem." 

güldü, barış. altay'ı samimi bulmuyordu. kerem'e baktığında ise bu açıklamadan biraz olsun hoşnut olduğunu fark etti. daha fazla üzülecekti ve bunu nasıl engelleyebileceğini bilmiyordu. 

"anladım," dedi kerem. sessizce ekledi. "aksini düşünmek için kalbin fazla dolu." 

altay, sesli ortamda kerem'in ne dediğini anlamamıştı. kendisine göre kısa boylu olan oğlana eğilerek, "ne dedin? duyamadım." diyerek söylediğini tekrar etmesini istedi. 

"gitmem gerek, saat çok geç oldu. barış bekliyor." kerem'in sesini yükselterek söylediği şey barış'a çoktan şükür namazı kıldırabilirdi. 

"peki," dedi altay. kerem gitmeden önce oğlanı ikilemde bırakacak o soruyu sordu. "yarın müsaitsen bir şeyler yapalım mı?" 

x

sevmeden gecer zaman altay bey... 

onlar bile üzülürler, alker.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin