17

54 13 5
                                    


-

Yavaş yavaş yerine gelen bilincimle beraber gözlerimi açmayı denesemde içeriye giren ışık yüzünden kısmak zorunda kalmıştım. Beynim tamamen bulanıktı ve vücudumda büyük bir yorgunluk hissi de vardı. Sızlansam da yattığım yerden yavaşça doğrulup etrafıma bakındım. Zihnim bulanıktı ve en son neler yaşandığını tam olarak kavrayamıyordum. Sahiden, ne olmuştu?

Saniyelerin ardından aklıma dolan anılarla hızla yataktan kalktım. Ani hareketim gözlerimin kararmasına neden olsa da beni durdurmaya yetmemiş ve hızla odadan çıkmıştım.

Taehyung...

Aynı katta olduğum havuz odasına dalmış ve etrafı incelemiştim. Kimse yoktu. Suya yaklaşıp içine baksam da Taehyunga dair hiç bir iz yoktu. Var olan umutlarımın yok olması beni her geçen saniye daha da dehşete düşürmeye yetiyordu. Derin bir nefes alarak hızla havuz odasından da çıkıp aşağı kata inmeye başladım. İkişer ikişer indiğim basamaklardan hışımla mutfağa girmiş ve bir şeyler hazırlayan çalışanlara bakmıştım.

"Taehyungu gördünüz mü?"

"Görmedik efendim"

Çalışan kızın söyledikleriye omuzlarım düşmüş ve yavaş adımlarla odaya ilerleyip kendimi koltuğa attım.

Taehyung ciddi anlamda gitmişti.

Beni öyle çaresiz bırakmıştı ki şu koltukta oturup düşünmekten başka şans bırakmamıştı bana. Madem gidecekti neden bana ümit verdi, neden gitmeyecek gibi davrandı? Aklımdan bin bir türlü düşünce geçse de parmağımı bile oynatamıyordum. Ne yapabilirdim ki? Onu aramamın, ulaşmamın imkanı yoktu. Taehyung beni büyük bir çaresizliğin ortasında yalnız bırakmıştı.

Belki de zorunda olduğu için gitmişti ki büyük ihtimalle zorunda kalmıştı fakat yinede içimden ona kızıyordum. Fakat daha çok kendime kızıyordum yada içinde bulunduğumuz duruma, bilmiyorum içimde büyük bir sinir vardı.

Oturduğum yerde kafamı geriye attım ve ellerimle yüzümü sıvazladım. Nasıl bu kadar aptal olabildim diye kendime çok kızıyordum. O insan değildi, fazla klişe olacak ama biz gerçekten aynı dünyaya ait değildik. Öyle yada böyle bir gün bizim ilişkimiz sonlanacaktı her ne kadar Taehyung iki evim olucak dese de bizim yaptığımız sadece pollyannacılıktı. O karaya ait değildi ve burayı sevmiyordu bile, kendi evini, kendi dünyasını çok özlüyordu ve bir gün kendi isteğiyle zaten dönecekti. Bana ne oldu da bütün bu gerçekleri göz ardı edebildim anlayamıyordum.

Oturduğum yerden yavaşça kalktım evin kapısını açtığımda arkamdan kahvaltının hazır olduğunu söyleyen çalışanı bile umursamadan evden çıktım. Evin kapısından çıkarken bana seslenen Hoseok'a bile dönüp bakmadım. Şehirden uzak olan evimin arka tarafındaki sahile doğru ilerledim içimde ufakta olsa umutlarımla ilerledim. Biliyordum Taehyung orada değildi ama kabullenemiyordum. Taehyungun beni terk etmiş olma ihtimalini, bir daha görememe ihtimalini kabullenemiyordum.

Sıcak kumlara bastığım gibi suyun dibine kadar ilerledim. Gözlerimi ileriye diktim, Taehyung oralarda bir yerdeydi. Yanına gidebilir miydim diye düşündüm ama bu tamamen saçmalıktı. Taehyung yakınımda değildi çok çok uzaklardaydı, insanlığın olmadığı bir yerdeydi.

Gözümden akmasına engel olamadığım bir yaşla dizlerimin üzerine çöktüm. Aklıma burada beraber geçirdiğimiz o gün gelmişti ve bunu düşünmek sadece ağlamamı şiddetlendirmişti.

"Senden nefret ediyorum Taehyung!"

Sustum, bir süre daha sadece ağladım. Zaman geçtikçe üzgünlüğüm bir sinire dönüştü ve elimde olmadan, sanki Taehyung duyucakmış gibi bağırmaya başladım.

Poseidon Where stories live. Discover now