geçmiş, fenerin çubuklularını giyerken arda'nın gitmesine beş kala
kulübün kiraladığı lüks restoranın birinde, sezon sonu yemeğini yiyorduk. tüm takım elinden geleni yapmış olmanın rahatlığına sahipti, masa üzerinde kaybedilen maçlar, devletin burnunu soktuğu şikeli şampiyonluklar ve hakkımız olan ama elimizden alınan kupalar koyuyordu ancak bir şey yapamıyorduk. oyuncular olarak mücadelemizi sahada veriyorduk biz, kalanına söz hakkımız yoktu.
alkol hafiften damarlara nüksetmiş, abilerimin kafasını güzelleştirmişti. pek çoğunun karısı ve sevgilileri de burada eşlerinin yanındaydı. sera abla da her zamanki gibi erenay'la beraber oturuyordu. onların birbirini seven, birbirlerinin gözlerine aşkla bakan hallerini gördükçe emin oluyordum yaptığımdan, aldığım kararımdan. en doğrusuydu şüphesiz.
orada burada konuşulan transfer haberlerim henüz ne ben ne de kulüp tarafından onaylanmamışken bu akşam her şey bitecekti. yepyeni bir başlangıcın ilk adımını atacaktım.
önümdeki tabağa dalmış giderken düşünüyordum. erenay'dan hislerimi saklama konusunda uzmanlaşmıştım, muhakkak ki bir gün bile hiç şüphe etmemişti benden ve hislerimden. bir ağabey gibi gördüğüme öylesine emindi ki onu aksini kanıtlarsam yaşayacağı hayal kırıklığı kanlı canlı bir hayal olarak düşlerimde en büyük kabusum olarak yer ediniyordu.
bilemezdi aklımdan geçenleri, kalbimin söylediklerini. anlatsam da anlamazdı nasılsa... bulamazdı artık kaybolan ümitlerimi, bulamazdı derdimin çaresini.
herkesin neşesi yerindeyken çalıp söylüyorduk bu gece, derde tasaya yer yoktu. herkes eğlenip gülüyordu. uyum sağlamaya çalıştım. ancak gülen yülen yüzlerde tebessüm uzun süreli yer edemedi, peşpeşe telefonlara düşen bildirimlerle kaşlar çatılmış, bakışlar beni bulmuştu.
serdar abi'nin "arda oğlum gidiyormuşsun" sözleriyse koca restoranda duyulan tek ses oldu. futbolcular gelir ve giderdi. kimse onlara neden transfer olduklarını sormazdı, takımdan takıma koşan topçular sorgulanmazdı ama bir de benim gibi çocuklar vardı işte: fener aşkıyla büyümüş, bebekliğinden itibaren sarı laciverte gönül vermiş, alex'e hayran onu rol modeli bellemiş, tuttuğu takımın kadrosuna girmiş, taraftarın sevgilisi olmuş, oynayışıyla herkesi kendine hayran bırakıp fenerbahçesi için her şeyi yapabileceğini göstermiş, çıktığı her maçta sahada yüreğiyle oynamış, kulüpteki herkesin gözbebeği kıymetlisi, el üstünde tuttulan geleceği parlak ancak feneri de parlatacağına inanılan altın çocuklar. doğuştan bir yeteneğe sahip, inanılmaz bir çalışmayla her gün yeteneğinin üstüne yenisini ekleyip potansiyelini yazık etmemesi için dua edilen çocuklar. onların gitmesine kalp elvermezdi, ne abilerimin ne de taraftarın.
benim için en iyisini dilerler gittiğimde ne olursa olsun başarılı olayım buna değsin isterler, kırılırlar bana bir iki kötü söz söyleyeni de çıkar ancak en doğrusunun bu olduğunu bilirler. çünkü real madrid gibi bir takımdan teklif geldiği zaman hiçbir futbolcunun bunu reddetme şansı yoktur.
vardı.
gitmeyecektim, bırakmayacaktım son ana kadar düşüncem buydu. ancak bir hafta önce ben hasta halimle yatıyorken -ki o benim hastalıklarımın ne kadar ağır ve zorlu geçtiğini en iyi bilen kişiydi- erenay abinin sera ablanın güzellik merkezinin kuruluş yıl dönümü için yapılan partiye gitmesi ve bana söz vermiş olmasına rağmen yanıma uğramaması, arayıp halimi bir kez dahi olsun kontrol etmemesi bardağı taşıran son damlaydı. ben ondan gelen ilgiye bu denli alışmışken uzun zamandır onu bir kadınla paylaşmak üzerimdeki ellerinin bir anda çekilip benden çok uzağa gitmesi ve yeni hayatının baş rolünün sera abla olduğunu fark etmem bana gitmememi söyleyen tüm sesleri bastırmaya yetmişti.