//Jisung
Arabasını hırsla mekâna doğru sürerken düşünüyordu Han. Sivri burun, şekilli dudaklar, beyaz ten. Nasıl düşmüştü bu kadar? Hayatının her alanını kapsıyordu lanet olası adam. Gerçekten de her zaman, inleyerek sikini; hatta bazen hızını alamayıp deliğini de rahatlatırken, gecenin bir vakti bir barın üst katında bulduğu sürtüğün rahmini dölüyle kirletirken, tanımadığı adamlara bedenini verirken, onu her düşündüğünde karnına saplanan sancılar yüzünden içip içip kafayı bulurken, günün her vakti onu düşlüyordu Han Jisung. Sevmiyordu, sevmeyecekti o adam belki de onu, varlığı sevdiği adamda sadece nefret uyandırıyordu belki, fakat sevdiği adam bilmiyordu ki, işlediği bütün cinayetler, zamanında Minho'nun hayatını mahvetmek istemiş, onun hayatını kaydırmayı amaçlayan kişilerdi. Genç adam bütün hayatını sevdiğine adamıştı, şaka değildi bu. Jisung gibi soğukkanlı bir suikastçinin, Minho'nun çözmeye çalıştığı davaların ana konusu olması o yüzden beklenen bir şeydi. Jisung nihayetinde mekâna girdiğinde gördüğü manzara hiç şaşırtmamıştı kendisini. Bir polis birliği, silahlarını ona doğrultmuş, ortalarında ise Lee Minho. Kahve saçlarını iç çekerek süzdü Han. Onlara dokunmayı ne çok istemişti lise hayatı boyunca. Acınası yanı ise, hâlâ istiyordu. Onu kibirle süzen Lee ise, oğlanın bakışlarını fark etmemişti bile. Fazla acımasız olmuştu hep, lise hayatında da böyleydi. Elini kaldırıp Jisung'un yapmak için ömrünü verebileceği o hareketi yaparken de öyleydi. Çok acımasız. Elini yumuşak kahvelerine daldırıp dağıttı ve alayla konuştu.
"Han? Seni görmek çok hoş demek isterdim, lakin içimde nefretten başka hiç bir duygu uyandırmıyorsun."
Acıyla gülümsedi Jisung, kırılan kalbi bir hasar bırakamazdı artık. Zira onun kalbi uzun zaman önce atmayı kesmişti. Baştan aşağı süzdü rahatlıkla onunla alay eden adamı. Hiç büyüyememişti, değil mi? Tamam, biliyordu Jisung. İkisinin de problemleri vardı. Asla aşılamayacak problemler. Ama ne olurdu sanki, Lee Minho onun olsaydı?
"Ah, Lee. Hiç değişmedin, değil mi? Hala o inatçı çocuksun. Hiç mi üzülmedin geldiğimiz hâle?"
Gülümsedi ve elini kaldırıp parmaklarını şıklattı Jisung. Bir anda patlayan silahlar odadaki polislerin varlığına son verirken Minho'nun değişen yüz ifadesini keyifle izliyordu. Alay etme sırası ondaydı artık.
"Yaptığın bir yanlış hayatına mal olur Lee. Adımlarına dikkat et. Senin aksine ben lisede keyifle oynadığın o eski Han değilim."
Kendinden bile beklemediği bir soğuklukla sevdiği adama baktı Jisung. Bağırmak istiyordu; çığlık atmak, Minho'nun yüzüne bakarak içi çıkana kadar, Minho'nun onu ne hale getirdiğini ona gösterene kadar ağlamak istiyordu. Bu duyguların hepsini gülümseyen bir maskenin altına tıkıştırdı. Arkasını dönüp arabasına ilerlerken verdiği gözdağının farkında ancak geride bıraktığı kafası karışmış bedendeki düşüncelerin farkında değildi. Evet, Jisung zavallıydı. Ondan nefret eden bir adama hayatını adayacak kadar zavallıydı hemde. Arabaya bindi ve duygularını sıfırlamak adına biraz bekledi. Tamamen hissizleştiğinden emin olduğunda ise arabayı çalıştırdı ve evine ilerledi. En azından niyeti oydu. Yolu değiştirip Minho'nun evine ilerlediğinin farkında değildi. Minho elbette o saatte evde olmayacaktı ama evine gitmesini engelleyen hiç bir şey yoktu. Arabadan indi ve alışkın olduğu evin penceresinden girdi. Bugün hiç içmemişti. Neyse ki Minho viskiye bayılırdı. Bir şişe çıkarıp salona geçti. Bu şişeyi bitirse anca kafayı bulur gibiydi.
//Minho
Leş kokan depoda yalnız başına oturmuş düşünüyordu. Cesetler umrunda bile değildi. Han Jisung. Han Jisung. Lisedeyken en arka sırada oturan, dersi pür dikkat takip eden, Biriyle konuştuğunda sincap yanakları kıpkırmızı kesilen o çocuk. Sırf gıcık etmek için uğraştığı, hatta bir dönem zorbalık bile yaptığı Han Jisung. Cidden, ne olmuştu da bu hale gelmişlerdi? Peki, ne olmuştu da bu kadar nefret etmişti ondan Minho? Tekrar hatırladı, çok sevdiği şeyleri almıştı ondan Jisung. Elbette kalem veya çikolata gibi basit bir şey değildi. Han Jisung, hayatını kaydırmıştı onun. Başarılı bi mühendis olacakken; kendini bir anda savcı olarak bulmasının nedeni, Jisung'un açtığı ve ikisine de acı veren yaralardı. Jisung çok sevdiği kardeşini almıştı elinden. Lee Yongbok. Masum bir melekti o. Gülümsediğinde etrafına ışık saçardı. Çilleri galaksiyi oluşturan yıldızların temeliydi adeta. Abisinin biricik günışığı.. O gün onu Kanlar içinde, evlerinin holünde narin mermer tenindeki kocaman bir bıçak yarasıyla görmüştü. Tepesinde Jisung. Elindeki bıçağa bulaşan kana tiksintiyle bakıyordu. Birden bakışları Minho'yu bulduğunda istemsizce yüz ifadesi değişti ve korkulu bir hâl aldı. O titrek sesiyle konuştu.
"Minho.."
Minho gerisini duymamıştı. Gözlerine çöken ani karanlık duyularını kapatmış ve arkaya doğru düşmüştü. Boynunda iki parmak hissetmişti, tam nabzının üstünde. O el son kez saçlarına dokunup gitmiş, tekrar dönmemişti. Ertesi gün ise Jisung okuldan kaydını aldırmış ve ortadan kaybolmuştu. Minho o ellerin temasını özlediğini fark etmişti. Acıyla gülümsedi. O günden sonra kimseye güvenmemiş, hayatını tek başına sürdürmüştü. Titrek bir nefes alıp silkelendi ve karakola haber verdikten sonra evine doğru yola çıktı. Yaptığı şeyin mantıksız olduğunun farkındaydı. Şu anda karakola telaşlı bir şekilde ilerleyip Jisung'u yakalayamadığını haber vermesi gerekirken eve gidiyordu. Neyse ki evi uzak değildi, yürüyerek gidebilirdi. Son bir kez depoya benzeyen mekâna baktı ve eve yürüdü.
=====================
Evet şimdi kendi kendime konuşucam çünkü bunu okuyan kimse yok jdhdkdbkfbs. O değil de MİNSUNG BERABER KALİYO YA ALLAHİM SONUNDA
Of offff
😍😍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Skin And Bones
FanfictionSavcı Lee Minho ve Suikastçı Han Jisung. Birbiriyle uyumlu ve bir o kadar da uyumsuz bir çift.