Jisung//
"Jisung-ah, herşeyi anlatır mısın?"
Bir süre sustum, ona bakmadım. İlk defa her şeyin yola girmesi için bir şansım olduğunu hissetmiştim. Diğer yandan da kalbim o kadar kırıktı ki. Ben böyle senelerce nasıl yaşamıştım? Kısık bir sesle konuştum.
"Yanıma gel, dibime otur."
Dediklerimi yapınca başımı omzuna koydum, bir elini tuttum. Konuşmaya başladım.
"Abim ve kardeşin. Birer organ mafyasıydı Minho. Abim geceleri eve çok geç dönmeye başlamıştı, okula da gitmiyordu. Şüphelenmeye başlayınca peşine düştüm. Babamın yanında kardeşinle beraber çalışmaya başlamışlar. Sıradaki hedefleri sendin, Minho. Elimde birkaç kanıtla kapısına dayandığımda beni öldürmeye çalıştı." Sesim hafifçe titriyordu, yutkundum.
"Bir şekilde abimi karnından bıçaklayıp kurtuldum ama aklıma senin de aynı durumda olabileceğin geldi. Evinize geldiğimde Yongbok elindeki bıçakla kapıyı açtı. Tahmin ettiğim gibi. Seni öldürecekti Minho, yemin ederim ben senin için yaptım, sen olmadan yaşayamazdım, yemin ederim ben bütün bir hayatımı seni korumaya adadım. Karşılığını da göze almıştım." Son cümleyi ben bile zar zor duymuştum.
Gözlerimden birkaç damla düştü. Ben Minho'yu çok seviyordum. Lanet olsun ki deli gibi aşıktım, cidden deli gibi.
"Senin için kan döktüm, senin için bir katil oldum. Ben hayatımı senin için kirlettim Minho, benden neden nefret ediyorsun? Şu tabancayla beni öldürmek sana niye bu kadar zor geliyor? Cevaplarını da aldın, acıma son verecek misin artık? Ben senelerdir bu kalple yaşıyorum Minho, buna yaşamak denirse. Daha fazla dayanamıyorum."
İç çeke çeke ağlamaya başladım. Sekiz senenin tüm kalp kırıklığını gün yüzüne vurmuştum.
Minho//
Herşey yerine oturmuştu, Jisung'un söyledikleri, Yongbok'un eve geç gelmesi, kan lekeleri.. Kardeşimde değişen bir şeyler olduğunu fark etmiş lakin kurcalamamıştım. Bu kadar ileri gittiğini ise hiç tahmin etmemiştim. Ah Tanrım, nasıl da oynamış benimle. Masum kavramını kendisi yaratmış gibi davranmıştı. Her seferinde suyuma gitmiş, tatlı konuşmalarının ardında yatan şeytanı hiç fark ettirmemişti.
Jisung omzumda içi çıkar gibi ağlamaya başladığında içim sızladı. En başında dinleseydim onu bu kadar geç kalmazdık birbirimize. Masum meleğim benim, hiçbirini hak etmemişti. Ben kendi bencilliğime o kadar gömülmüşüm ki, hiç sormamışım nedenlerini. İki eliyle sıkıca tuttuğu elime baktım. Gideceğimden korkar gibiydi. Ya da gideceğinden. O çok güzel sevmişti beni, uğruma ömrünü verecek kadar. Diğer elimi kaldırıp yanağını okşadım. Saçlarını, dudaklarını; özlediğim, dokunmak istediğim her ne varsa. Sonunda ağlaması iç çekişlere döndüğü zaman kafasını kaldırdı ve kızarmış gözlerini benimkilere kilitledi.
"Özür dilerim."
O kadar tatlı söylemişti ki bunu, sanki bir çikolata pakedinin tamamını yemişti; yememesi gerekirken. Elbette mevzubahis çok daha büyüktü, ancak nedenler doğruysa ne önemi vardı ki? O beni gerçek bir tehlikeden korumaya çalışmıştı, kendi kuruntusundan değil. Jisung o gün oraya gelmeseydi şu anki varlığım tartışılırdı. Yanağını okşadım ve dudaklarına eğildim. Yıllardır tatmak istediğim dudaklarını ağzımın içine çekerken dilimi gezdirdim. Nihayetinde dillerimiz kavuşurken Alt dudağını ısırıp ayrıldım. Alnımı onunkine yasladım. Bana mı öyle geliyordu, yoksa kokusu her yeri sarmış mıydı?
Belinden tutup kucağıma çektim. İki kolumu da beline dolayıp yanağımı göğsüne yasladım. Uzun süredir hissetmemiştim bu huzuru. Elleri saçlarıma dolandığında derin bir nefes aldım. Tek isteğim saatlerce böyle kalmaktı.
Jisung//
Tanrım. Ellerim titriyor resmen. O kadar heyecanlıyım ki. Yıllarca bekledim bu anı. İmkansız gibi gelse de şuan kucağında oturuyorum. Ben Han Jisung, Lee Minho'ya santimlerden daha yakınım. Bir süre saçlarını okşadıktan sonra kollarımı boynuna doladım. Burnumu saçlarına daldırdım. Huzuru dibine kadar hissediyordum.
Birden doğruldum. Geliş amacımı bile unutmuştum. Saatime baktım, gece üç civarıydı. Ellerimi yanaklarına koyup kafasını kaldırdım.
"Gitmeliyiz. Seni buradan götürmeliyim. Güvenli değil. Babam beni bir yere çağırdı ve niyetinin iyi olduğunu düşünmüyorum. Seninle olan ilişkimi biliyor, zaafım olduğunu biliyor, seni daha güvenli bir yere götüreceğim. Tamam mı?"
"Jisung-ah.. Tamam. Hyunjin'e haber vermeliyim."
Minho//
Başta reddedecek gibi olduysam da kabul etmiştim. Beni korumaya çalışıyordu sonuçta. Onu kucağımdan indirdim ve komodinden telefonu alıp Hyunjin'e mesaj yazdım. Bu saatte arasam açmazdı öküz herif. Dana gibi uyuyordu genelde. Duvarın dibinde bacaklarını kendine çekmiş oturan bebeğime baktım. Sıcacık gülümsedim.
"Hadi, gidelim."
Jisung//
Gülümsemesi içimi eritip yanaklarıma kan pompalarken ayağa kalktım. Üstü giyinikti zaten, eşofman ve tişörtle bile çok çekici duruyor. Dudaklarımı ısırıp elini tuttuktan sonra aşağı kata inip kapıya ilerledim fakat kapı açıktı. Kalbim hızlanırken etrafa baktım. Siktir siktir siktir. Ben geldiğimde kapı açık değildi. Sürgü takılıydı. Lanet olsun. Çaprazımda hissettiğim bedenle bağırdım.
"Minho, dikkat et!"
Sonrası ense kökümde derin bir acı ve gözlerime çöken karanlıktan ibaretti.
=============================
Baristilar yeeeey
Ama kaos yolda💀💀Oylayın lutfen(okuyan varsa)
BAYBAYYYYYYYY💋
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Skin And Bones
FanfictionSavcı Lee Minho ve Suikastçı Han Jisung. Birbiriyle uyumlu ve bir o kadar da uyumsuz bir çift.