1. Bölüm Lara'nın Işığı

10 2 0
                                    

Gece, İstanbul’un üzerine karanlık bir örtü gibi çökmüştü. Şehrin kalbi, Boğaz’ın serin sularında atıyordu. Dar sokaklar, eski taş binaların gölgelerinde kaybolurken, şehrin sessizliğini yalnızca uzaktan gelen vapur düdükleri bozuyordu. Bu huzurlu sessizlik, yeryüzünün karanlık tarafında bambaşka bir hayatın yaşandığını saklıyordu. O hayat, güneşin doğuşuyla sona ermezdi; çünkü bu dünyada gece asla bitmezdi.

Yavuz Demir, camının önünde durdu, elleri arkasında bağlanmıştı. Gözleri, şehrin parıldayan ışıklarını izlerken, yüzündeki sert ifade değişmeden duruyordu. Bu, onun imparatorluğuydu; tozun, demirin ve kurşunun hüküm sürdüğü, kimsenin başını kaldırıp da ona karşı gelmeye cesaret edemediği bir dünya. Yavuz Demir'in adı, İstanbul’un her köşesinde korkuyla anılırdı. O, basit bir mafya lideri değildi; o, şehrin karanlık kalbinde atan bir canavardı. Yalnızca bu dünyayı değil, kendi ruhunu da karanlıkla örmüş bir adamdı. İnsanların hayatlarını, servetlerini ve kaderlerini avucunda tutan, acımasız bir hükümranlık.

Gözleri Boğaz’ın ötesine, Avrupa yakasının ışıltılı siluetine kaydı. Orada, kentin derinliklerinde, bir kız vardı. Onun varlığı, Yavuz Demir'in dünyasında bir yankıdan fazlasıydı, bir yabancı nota gibi. Kalbinin derinliklerinde anlam veremediği bir his kıpırdanıyordu. Ancak o his, Yavuz Demir'in tanıdığı hiçbir duyguya benzemiyordu; ne öfkeye, ne hırsa, ne de intikama. Bu, tehlikeli bir meraktı. Ama bu merak, onu ele geçirmişti bir kez.

Yavuz... İsmi bile, onun içindeki sertliği ve acımasızlığı taşıyordu. Yavuz, hiçbir zayıflığa tahammülü olmayan, her türlü engeli yıkan bir adamdı. Adı, onun ruhundaki katılığı ve amansız kararlılığı yansıtıyordu. "Yavuz" demek, korkusuzca ilerlemek, her şeyi önüne katıp yok etmek demekti. Yavuz Demir, adının hakkını veren biriydi; o, demir kadar sert, yıkılmaz bir iradeye sahipti. Demir... Bu metalin soğukluğu, onun kalbinin derinliklerinde yankılanıyordu. Kalbinin sertleştiği her bir an, Yavuz’un karanlığa biraz daha yakınlaştığı anlardı. Yavuz Demir, kendini bir duvar gibi inşa etmişti; dışarıdaki her türlü tehlikeye karşı savunmasız kalmamak için, etrafına demirden bir zırh örmüştü.

Lara... Bu isim, bir nehir gibi akıcı ve duru bir masumiyet taşıyordu. Lara, suyun verdiği hayat gibi, her şeyin üstesinden gelen bir zarafetin sembolüydü. Adının ardında, derin bir duygu yoğunluğu saklıydı. Lara, sadece güzel ve saf değildi; aynı zamanda derinlerde bir yerde fırtınalar koparıyordu. Onun gözlerinde, hayatın ona yüklediği tüm acılara rağmen, bir umut ışığı parlıyordu. Lara, hayatın akışına teslim olmuş, ama aynı zamanda o akışta kaybolmayan bir ruhtu. Adı, ona zarafeti, ama aynı zamanda içindeki saklı gücü de hatırlatıyordu. Lara, kendi yolunda yürürken, her adımında içindeki bu gücü hissediyor, hayatın ona sunduğu tüm zorluklara karşı dimdik duruyordu.

Lara... Masumiyetin vücut bulmuş hali. Saf, narin ve ışık saçan bir ruh. Gözleri, denizin mavi derinlikleri kadar parlak, saçları ise ilkbahar güneşi gibi altın rengi. Onun dünyasında kötülük, karanlık ve keder yoktu; en azından Yavuz Demir öyle sanıyordu. Lara'nın varlığı, Yavuz'un karanlık evreninde bir çatlak açmıştı, oradan sızan ışık, Yavuz'un ruhundaki karanlığı rahatsız ediyordu.

Yavuz Lara'yı ilk kez gördüğünde, onun gözlerindeki ışığı fark etmişti. Bu ışık, onu hem cezbetmiş hem de ürkütmüştü. Çünkü o ışık, Yavuz'un karanlık dünyasında hiç yer bulamamıştı. Ancak o andan itibaren, Yavuz'un zihni hep Lara'yla meşguldü. Onun sesini duymak, onun gülüşünü görmek istiyordu. Lara'nın varlığı, Yavuz'un hayatında anlam veremediği bir boşluğu dolduruyordu.

Bu düşüncelerle odasında bir ileri bir geri adımlarken, içindeki karanlıkla savaş veriyordu. Lara, onun hayatında bir zayıflık mı olacaktı? Yoksa, o masumiyeti kendi elleriyle karanlığa mı bulayacaktı? Yavuz , bu sorunun cevabını henüz bilmiyordu.

Kapı hafifçe tıklandığında, düşünceleri bölündü. Kapıda, sadık adamı İsmail belirdi. "Efendim, dediğiniz gibi her şey hazır," dedi İsmail, dikkatle.

Yavuz , yavaşça başını salladı. "İyi," dedi, sesi soğuktu. "Artık oyun başlıyor."

İsmail, derin bir nefes aldı. "Efendim, emin misiniz?" diye sordu tereddütle. "O kız... Lara... Onun bu işte ne suçu var?"

Yavuz , bakışlarını İsmail’in üzerine dikti. "Onun hiçbir suçu yok," diye yanıtladı sakin ama bir o kadar da sert bir sesle. "Ama bu dünya, suçsuzları koruyacak bir yer değil. Lara'nın ışığı, benim karanlığımı yok edebilir. O yüzden, onu ya tamamen karanlıkta tutmalı, ya da... ışığını söndürmeliyim."

İsmail, Yavuz'un gözlerindeki sertliği görünce bir şey söylemedi. Sessizce başını eğip geri çekildi. Oda, tekrar Yavuz Demir ve düşünceleriyle baş başa kaldı. Lara'nın yüzü gözlerinin önünde belirdi. Onun masum gülüşü, zihninde yankılandı.

Yavuz, derin bir nefes alarak paltosunu giydi. Artık vakit gelmişti. Lara'nın hayatına adım atacak, onun ışığını karanlığa çekip çekemeyeceğini görecekti. Ama bu oyunun sonu ne olursa olsun, Yavuz bir şeyin farkındaydı: Bu yolda geri dönüş yoktu. Onun için de, Lara için de.

Gece, karanlığın ve ışığın savaşıyla devam edecekti. Ama kimse, bu savaşın galibini öngöremezdi. Ve belki de bu, Yavuz'un kaderindeki en büyük bilinmezdi.

Giriş için yeterli bence okunursa yazıcam öptüm baybay 😘

Gece ve Gölge Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin