2017, eylül
rize, ikizdere"Son dört ders boş lan!" Bunu duyan sınıf arkadaşlarım, özellikle erkekler, hayatlarında ilk kez boş dersi oluyormuş gibi sevinmişti. Gözlerimi çözdüğüm matematik testinden kaldırdığımda, nefes nefese sınıfa giren Barış'a göz devirdim. Ne yapacağımız belliydi; ilk iki ders kaçak bir şekilde bahçede, beden dersi olanların arasına karışacaktık, son iki ders ise yalvar yakar izin alıp bahçede oynayacaktık. Ve kaçacaktık.
"Ceylan kız, kayda topu alayım." Yanıma gelen Barış ile kabullenmişlikle test kitabını kapattım.
"Yanıma koyma şu topunu! Çamur içinde oynuyorsunuz." Beni umursamadan üstümden eğilip, cam kenarında perde arkasına sakladığı topu aldı. "Sen gelmiyor musun?" Bakışları bana döndüğünde yerinde hareket edip duruyordu. Sen salak mısın, der gibi baktığımda sol kolumu gözünün önüne soktum.
"Kırdığın kolumu ne çabuk unutuyorsun?" Asabi bakışlarım kısa saçları olan yüzünde gezinirken hatırlamış gibi sırıtmıştı.
"Vallahi çok özür dilerim..." Sözleri içtendi, biliyorum, o zaman da çok endişelenmişti ama şimdi karşımda pişkin pişkin sırıtması sinirimi bozuyordu.
Ona gözlerimi devirdiğimde yine yaptı yapacağını ve elindeki topu, alnımda sektirdi!"Barış!" Daha bir şey yapmama izin vermeden arkadaşları ile sınıftan koşar adımlarla uzaklaşmıştı.
Arkasından sinirli gözlerle bakarken bu sefer görüş açıma Yıldız girdi. "Kız, ha bu deliye az şans versen? Yanıyor çocuk yanıyor..." Önümdeki boş sıraya oturmuş, aheste aheste konuşmuştu. Bıkmışça nefes bırakmıştım, sürekli bunu söyleyip duruyordu.
"Bana aşık olduğu falan yok, hem az yavaş konuş! Birisi duyacak." Sıramdan kalkıp önünde dikildiğimde kafasına bir tane geçirmiştim. Sınıf yam yamlarla doluydu resmen. "Of hadi, önce kantine gidip bir şeyler alalım. Sabahtan beri bir şey yemedim sonra çıkarız bahçeye." Elime cüzdanımı almamla onu kolundan tutup kaldırmam bir oldu.
Ders zilinin çalması ile kalabalık olan koridorda ilerlerken gördüğümüz kişilerin dedikodularını yapıyorduk. Son sınıf olduğumuz için bizi zemin kata atmışlardı. Hepimiz bir arada olduğumuz için günlerimiz olaylı geçiyordu.
Ah, şu koridorun dili olsa da konuşşa...
Merdivenlerden aşağıya inip büyük kantine indiğimizde ben bir kahve ve bisküvi almıştım. Yıldız ile poğaça ve çay ile yetinmişti. "Biraz oturalım sonra çıkarız." Teklifi ile kantinde, duvara asılı televizyonun altında olan masaya oturmuştuk.
"Ay, şunu gördün mü! Adam köyde gizli gizli, dört tane kadına imam nikahı kıymış. Demiş ki, kimsecikler bilmesin nazara gelmeyelim, böyle böyle kandırmış kadınları. Sonra bu kadınlardan ikisinin kayıp haberi gelmiş," Televizyondaki sabah programında olan olayı görmemle Yıldız'a dönmüştüm. Babaannem bu olayın sıkı takipçisiydi. "Ardından ikisinin de cesedine ulaşmışlar."
Yıldız, elindeki poğaçayı parça parça yerken dikkatlice beni dinliyordu. Küçük gözleri, dediğim her şeyden sonra irileşiyordu.
"Ohaa..." Ağzına tıktığı poğaçalar yüzünden tam konuşamıyordu. Masanın üstüne bıraktığım telefonumun çalması ile dikkatim dağılmıştı. Annem arıyordu, acaba hangi köylüyü şikayet edecekti...
Bekletmeden açtım. O sırada Yıldız pür dikkat televizyona bakıyordu."Efendim, anne." Kahvemden aldığım yudumu hızlıca yuttum.
"Ceylan gözlüm, okuldasın hâlâ değil mi?" Sorusuyla derin bir nefes bıraktım, şu annelerin cevabını bildiği soruları sürekli sormasını anlamıyordum.
"Evet..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bu sabahların bir anlamı olmalı ༄ barış alper
Fanfictionbu sabah bir umut var içimde nasıl olsa geri gelirsin diye her şey yerli yerinde yine bu sabahların bir anlamı olmalı