2017, eylül
rize, ikizdereBir hafta çabuk geçmişti. Okul yeni açıldığı zaman, ilk haftalar hep yavaş geçerdi alışana kadar ama bu sefer öyle olmamıştı. Düşündüğümden çok daha hızlıydı. Günlerden cumaydı.
Ve Barış'ın son okul günüydü. Sabah ilk derste hoca gelmeden önce sınıfın ortasına geçmiş, halkı ile vedalaşan bir kral gibi konuşma yapmıştı. Bu aptal hâline gülsem bile sınıftakiler içten içe üzülmüştü. Ben o üzgünlüğü sanırım geçen hafta doyasıya yaşamıştım.
Şimdi ise öğleden önceki son dersteydik. Edebiyat hocası, her zaman ki gibi masasını sınıfın ortasına çekmiş ve o şekilde masaya oturmuştu. Hepimizi eşit iyi görebilmek için yaptığını söylerdi.
"Hocam, Allah'ın adını verdim elinizi öpebilir miyim?"
Barış, öğretmenler masasının yanında edebiyat hocamızı darlıyordu. Sarışın, minyon bir kadındı. Yaşı büyük olmasına rağmen minyonluğunun ekmeğini yerdi. Anne gibi severdi öğrencilerini. İlk kez onuncu sınıftayken dersimize girmişti ve şimdiye kadar hep başımızdaydı. Barış'ı çok sever ve aynı zamanda çok uğraşırdı. Fazla atışmaları olurdu derslerde ancak gideceğini öğrendiği için buruktu.
"Oğlum, salak salak konuşma, aa!" Masada oturmasına rağmen kendinden uzun duran Barış'ı ittirmeye çalışıyordu. "Geç yerine, bak gene dersi kaynatıyor..."
"Hocam! Hakkınız ödeyemem, lütfen ya..." En sonunda Barış galip gelmiş, kadının elini öpüp helallik istemişti. Barış'ın galip gelmesi ile sınıfta koca bir alkış kopmuştu. Tabii bu alkış, Barış'ın kafasına kalın edebiyat kitabı yemesi ile son bulmuştu. Çıkan ses yüzünden kıkırtımı tutamamıştım, alkış seslerinin yerini gülme sesi almıştı. Barış, eli kafasında sırasına dönerken yanımdan geçmek zorundaydı.
"Deli çocuk..."
Tam sıramın yanından geçerken bana küçük bir göz kırpması hediye etmişti, ardından hiçbir şey yapmamış gibi en arka sıraya oturmuştu.
Göz kırpması ile yüzümde olan gülümseme donarken kızardığımı hissetmiştim, kendime gelmemi sağlayan şey ise Yıldız'ın gülerek beni dürtmesiydi. "Rahat dur, gerizekâlı..."
Günün geri kalanı eğlenceli geçmişti aslında. Barış, son günü olmasından kaynaklı herkesin sabrını sınamıştı. Özellikle benim.
Tören bitmiş, evlere dağılacaktık. Yıldız, haftasonu annanesinde kalacağı için Trabzon'a gidecekti. Bu yüzden çıkışta babası almıştı. Kalabalık okul yolunda giderken birilerine çarpmamaya özen gösteriyordum. Çıkışlarda yalnız gitmeyi pek sevmezdim, yalnız yürümek hoşuma bile gitse Yıldız ile daha fazla vakit geçirmeyi tercih ederdim...
Ben öylece yürürken tam o sırada sol tatrafımdan birileri koşturmuştu. Sadece koştursalar umurumda olmazlardı ama teker teker hepsi sol koluma çarpmıştı. İyileşme süresini ortalamıştım, ilk günlerdeki gibi kendiliğinden ağrı yoktu ama birilerinin çarpmasına bir şey diyemezdim...
Öylede oldu arka arkaya üç tane erkeğin koluma çarpması ile ağzımdan acı dolu bir feryat çıktı. Diğer elim ile bileğime destek verirken yolun ortasında öylece kalmıştım. Yanımdan geçip gidenlerde bana söylenip duruyordu.Canım fazlasıyla acımıştı, Barış'ın dediği gibi tatlı bir canım vardı ve kolay acırdı.
Adı aklımdan geçmiş olduğu için mi yoksa gene peşimden geldiği için mi bilemiyorum ama tekrardan karşıma dikilmiş, acılı yüzüme şaşkın şaşkın bakıyordu.
"Ne oldu?" Sağ kolumdan tutmuş, yolun ortasından kenara çekmişti beni. Bir dükkanın önünde duruyorduk. Bileğimi destekleyen elimi çekmiş kendisi tutuyordu bileğimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bu sabahların bir anlamı olmalı ༄ barış alper
Fanfictionbu sabah bir umut var içimde nasıl olsa geri gelirsin diye her şey yerli yerinde yine bu sabahların bir anlamı olmalı