iki

426 58 5
                                    

2017, eylül
rize, ikizdere

Dün gece yağmur çok bastırmıştı, çoğu yerin çamur olduğuna yemin edebilirdim. Bu yüzden botlarım yerine uzun çizmelerimi giyinmeyi tercih etmiştim. En azından çorabım daha az kirlenirdi.

Babam okula bırakmak için çok ısrar etse bile kabul etmemiştim. Saatlerce okulda kapalı kalıyorduk, spor adına hiçbir şey yapmıyordum. Elimdeki tek şey okula giderken ve dönerken yaptığım yürüyüşlerdi.
Bu yüzden elimde şemsiye, hafifleyen yağmur ile okula yürüyordum. Etraf öğrenci kaynıyordu.
Anlık olarak bileğimdeki ince saate baktığımda dersin başladığını fark ettim. Acele ile Yıldız'ı aradım.

"Kız, geç kalmışım ya!" Telefonu açar açmaz konuştuğumda o da benim gibiydi.

"Bende ya... Aman siktir et, pastaneden bir şeyler alalım kantinde oturur yeriz." Dediği şeyi onayladım. Bizim klasik sabah rutinimizde bu. Her geç kaldığımızda derse girmek yerine keyfimize bakardık. Hocalar bile alışmıştı artık. Devamsızlık ise... Neyse, bir şekilde hallediyorduk.

Aceleci adımlarla okula vardığımda, okul yolundaki büyük parkta beni beklediğini gördüm. Yanına vardığımda koluna girdiğim gibi sokağın başındaki pastaneye girdik. Ben zeytinli, Yıldız ise patatesli aldıktan sonra aheste adımlarla okula yürümeyr başladık.

"Ee, dün neler oldu?" Ve işte beklediğim o soru... Girdiğim kolunu sürekli sallamasıyla karnına bir tane geçirdim. Okulun karşısındaki çaycıda oturan müdür yardımcılarını görmemle elimdeki şemsiyeyi yüzümüze siper ettim. "Elif hoca burda mal. Yürü!" Telaşlı adımlarla okula girdiğimizde biri gördüler mi bilemiyorum.

Binanın içine girmemizle şemsiyeyi kapatmış, bir alt kattaki kantine doğru gitmiştik.

İki çay aldıktan sonra klasik masamıza kurulduk.

"Of! Anlatsana kızım, çatlayacağım ya..." Torbaları açarken sitemli konuşmuştu.

"Bir şey olduğu yok," Torbayı güzelce açıp, kağıdı masaya sermiştik. "Her zaman ki yemek işte."

Bir parça poğaçayı ağzıma atarken göz devirmişti. "Aynen, yemekler nasıldı canım? Ya onu mu soruyorum ben?!" Çayımdan bir yudum aldığımda omuzlarım çöktü, kaçışım yoktu...

"Cidden bir şey olmadı, pek sessizdi dün. Sataşmadı yani..." Omuz silktiğimde anlamsız gözlerle bana bakıyordu, arkama yaslandığımda dudak büzdüm.

"Barış mı sessizdi?" Elini hadi hadi der gibi salladı. Sonra gözlerinden bir parıltı geçti. "Heyecanlanmıştır..." Uzata uzata konuşmasına göz devirdim. "He, Yıldız, he." Tekrardan aynı muhabbeti yapmamızın ardından ilk dersi bitirmiştik. Teneffü zili çalması ile çantalarımızı alıp sınıfa doğru ilerledik. Sınıftan çıkan Coğrafya hocamız ile telaşlanmış, başımızı eğip hızlı adımlarla yanından geçmiştik.

Ne coğrafyayı severdim ne de bu adamı...

Sınıfa girdiğimizde klasik bir görüntü vardı. Bir kısmı yoktu, bir kısmı elinde iskanbil kağıtları ile pişti oynuyor bir kısmı da test çözüyordu. Sıramıza yaklaşıp çantalarımızı bıraktığımızda gözlerim sınıftaki yüzlerde geziniyordu. Kaşlarım çatıldı.

"Boşuna arama, bahçede..." Yıldız'ın sesi ile irkilip ona anlamsız bakışlar atarken eli ile pencereyi işaret etti. Barış'ı gördüm.

"Of ne alaka?" Hızlıca pencereye sırtımı dönmüş masama oturmuştum.

"Aynen canım." O da sıraya oturmuş, beni umursamadan arka sıralarımızda pişti oynayan erkek grubuna dahil olmuştu. Ben de sessizce onları izlerken ders zili çoktam çalmıştı bile. Sınıf yavaş yavaş dolarken içeri gürültü patırlı ile Barış ve bir kaç arkadaşı girdi. Kuzey ve Oğuz kendi hallerinde sıralarına giderken Barış'ın gözleri sınıfta geziniyordu. Ona daha fazla bakmadan oturduğum masadan kalkmış yerime geçmek için Yıldız'ı kaldırmıştım.

bu sabahların bir anlamı olmalı ༄ barış alperHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin