Defne, babasına sarılırken gülümsedi. "Burayı sevmiyorum, sen de inatla çağırıyorsun beni..." diye mırıldandı. Ajansın çok boğucu bir havası vardı ve kız birazcık emir almayı sevmezdi... Belki de bu yüzden burada bulunmak hoşuna gitmiyordu, zaten aylardır Kenan burada, o yakışıklı suratını belki görür; her hareketinden bir anlam çıkararak umutlanır diye gelip gidiyordu daha çok. Ancak geçmiş günlerin aksine bugün onu burada olmamasını, fazla sevimli ve tatlı bulduğu için içinde onu yumruklama isteği doğuran yüzünü görmemeyi diledi. Şimdi ise sevimliliğinden değil, kızgınlığından yumruklayıp dağıtmak istiyordu yüzünü.
Babası heyecanla konuştu. "Odama geç güzelim, önemli şeyler konuşacağız." Kaşlarını çattı Defne. Kesin yeni bir iş gelmişti ve babası Defne'nin ilgilenmesini isteyecekti. Zaten ultra gıcık insanlara zar zor tahammül ederken yenileriyle uğraşmak canını sıkıyordu ve istemiyordu. Babasının onu oyuncağı gibi kullanmasına tahammül edemese de susmak zorunda kalıyordu, babasıydı sonuçta.
"Baba ya..." dedi sızlanırken. "Ya falan yok, hadi. Özüm sana da kızlar kahve söylesin bir tane; Defne'yi çok tutmayacağım." Özüm arkadaşının babasına samimisinden bir gülüş yollayıp Defne'nin odasına geçtiğinde, kız da tıpış tıpış yürüyordu babasının ardından.
Korkak gözlerle çalışan insanlara baktı, Kenan'ı henüz görmemişti; rahatladı.
Odaya geçtiklerinde mini pembe eteğini çekiştirerek oturdu sandalyeye, nasıl bir şirinlik yapıp babasından sıyrılsa diye düşünürken adamın heyecanlı bakışları ile vazgeçti, hevesliydi ve bunu kırmak istememişti. Derin bir nefes alarak bacak bacak üstüne attı ve yeni yaptırdığı uzun tırnakları ile ahşap masada ritim tutturdu. "Dinliyorum, acaba hangi kurtların arasına atacaksın beni yine." dedi alaylı gözükmeye çalışarak ancak içten içe çok ciddiydi.
Babası gülerek kendi koltuğuna rahatça oturdu ve derin bir nefes alarak başladı. "Milli takımın muhabiri olacaksın." Kaşları havalandı Defne'nin şok içinde. Güldü ve dudaklarını araladı yavaşça. "Ben?" dedi işaret parmağı ile kendisini işaret ederken. "Ben ve muhabirlik?" Kafasını salladı İrfan bey. "Aynen öyle, senin isteyip de başaramadığın ne var Defne?" Babasının klasik gazlama cümlesi ile gözlerini kırpıştırdı. Hep kendini bu cümleyle kandırıyor, babasına kendisini bir şekilde kanıtlamayı başarıyordu fakat bu istediği şey bir markanın reklam yüzü olmak, eve gelen pr paketlerini açmak, beraber bir süre iş yapacağı kıskanç insanlarla aynı ortamda bulunup rol yapmak ya da birkaç story çekip o gün yaptığı kombinin linkini bırakmak kadar kolay değildi.
Gülümsemesi kahkaha dönüştü ve önüne gelen saçları geriye doğru attı. "Saçmalıyorsun baba! Ne muhabirliği Allah aşkına? Bazen iki lafı zar zor bir araya getiriyorum." dedi hiddetle, bunu kabul edemezdi. Kendi halinde, kendi kitlesine sahipken babası sayesinde ülke çapında oldukça tanınan bir fenomen haline gelmişti; ne diye muhabirlik yapacaktı şimdi? Ayrıca işletme bölümü öğrencisiydi, bir sene hazırlık okumuş şimdi ise birinci senesiydi. Radyo ve televizyon mezunu olup fıldır fıldır iş arayan gerçek muhabir bulmak zor olmasa gerekti.
İrfan bey, oturduğu yerden kalktı ve derin bir nefes aldı; kızının inatçı olduğunun farkındaydı elbette. "Arkadaşım yeni bir spor kanalı açtı, reklamını da biz üstlendik geçen aylarda. Şimdi ise milli takım kampına güvendiği birini yollamak istiyor; bu fikri bana söyleyince de aklıma sen geldin." Kızına doğru adımlayıp önünde çömeldi ve ellerini tutarak gözünün içine baktı. "Defne, lütfen... Arkadaşıma mahçup olmak istemiyorum."
Ellerini çekti Defne. Kendi adına karar vermeden önce düşünememiş miydi bunu? Hızlıca ayaklanarak çantasını taktı koluna. "İyi, bundan sonra benim adıma karar vermemeyi öğrenirsin belki!" Gideceği sırada bileğini tuttu babası. "Defne!" dedi otoriter bir ses tonuyla. "Otur şuraya."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kaçın kurası | semih kılıçsoy.
Фанфикinfluencer kız ve futbolcu çocuğun yolları kesişir.