[1]

511 20 3
                                    


Bundan bir ay önce New York'ta yaşayan Columbia üniversitesi film mezunu bir kızken kurduğum şirketin batmasıyla kendimi bir ay içinde İstanbul'da, ablamla yaşarken bulmuştum. Ablam çalışmaya geri döneceği ve çocuklarına yabancı birinin bakmasını istemediği için beni bakıcı olarak işe almıştı. Türkiye'de kendi mesleğimden kazanacağım paranın iki katını vererek gönlümü hoş tutmaya çalışsa da hiçbir şey kendi mesleğimin yerini tutmuyordu. Bir yandan da bu krizi fırsata çevirmiş Amerika'dayken çok göremediğim yeğenlerimle bol bol zaman geçiriyordum. O gün ablamın Gala'nın doğumundan sonra ilk iş günüydü. Geldiğimden beri part-time bakıcılık yaparken o günden itibaren full-time bakıcılığa terfi edecektim.

"Abla doğru söyle, Gala'yı Aslan'la Asil bana yeterince eziyet edemiyor diye mi doğurdun?" dedim üç aylık Gala'yı beşiğinden kucağıma alırken.

"Senin geleceğinden haberim vardı sanki." dedi ablam eşyalarını çantasına koyarken.

Ağlayan Gala'yı kucağımda sakinleştirmeye çalışırken ablam kapıdan çıkmaya hazırlanıyordu.

"Öğlen Aslan'ın antrenmanı var, onu götürmeyi unutma. Asil'in programını biliyorsun zaten," dedi kapıyı açarken.

"Gala'ya da dikkat et."

"Sen gider gitmez hepsini cami avlusuna bırakmayı düşünüyorum."

Kucağımdaki Gala'yı öpüp evden çıktı.

"Bir şey olursa ara beni. Görüşürüz."

"Bye." dedim arkasından kapıyı kapatmadan önce.

Gala'yı birkaç dakika kucağımda salladığımda geri uyumuştu. Onu beşiğine yatırıp mutfağa geçtim. Dünyadaki bütün çocuklu kadınların kaderini yaşayarak kendi yemeyeceğim kahvaltıyı sırf evde çocuk var diye hazırlarken derin bir iç çektim. Bir ay içinde hayatımın bu kadar değişeceğini tahmin etmemiştim. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra sırayla Aslan ve Asil'in odalarına girip onları uyandırdım. Sonunda ikisi de mutfağa girdiğinde gözlerini ovuşturuyorlardı.

"Biz bu saatte uyanmıyoruz ki, Dodo." dedi Aslan sandalyelerden birine otururken.

"Beni ilgilendirmiyor, ben uyanıkken siz uyuyunca sinir oluyorum." dedim son olarak yumurta tavasını da sofraya koyarken.

"Annem yumurtayı böyle yapmıyor," dedi Asil.

"Böyle sağlıksız oluyormuş."

"Ben böyle seviyorum," dedim ben de masaya oturarak.

"Annen sağlıklı beslenerek dünyaya demir atabileceğini düşünüyor herhalde."

Çocuklar yemeklerini yiyip masadan kalktıklarında biz çıktıktan sonra evi temizlemeye gelecek olan Ayşe ablaya ayıp olmasın diye bulaşıkları makineye yerleştirmeye çalışıyordum. Aslan ve Asil televizyonun karşısına geçmiş playstation oynuyorlardı. Gala ise yeni doğmuş olmanın verdiği kafa rahatlığıyla hâlâ uyuyordu. Mutfaktaki işim bittikten sonra salona geçip Aslan'ın yanına oturdum.

"İkiniz de bok gibi oynuyorsunuz." dedim televizyon ekranından oyunlarını izlerken.

"Sen konuşma bence Dodo, geçen gün seni bilek hakkıyla yenince yarım saat boyunca kol bozuk diye ağladın. Kolları değiştik, yine kaybettin. Bu sefer de o kol bozuk diye ağladın." dedi Aslan gülerek.

"Bozuktu ama." dedim omuz silkerek.

Asil duvardaki saate baktıktan sonra oyunu durdurdu.

"Şimdi çıkmazsak geç kalırız teyze." dedi ayağa kalkarken.

lights, camera, action // barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin