üç ay önce
aşk.
aşkı bazen bir hayvanda, bir kitap sayfasında, bir çiçekte, bir ağaçta veya bir eşyada bulabilirdiniz. aşk neydi ki sadece bir insanla sınır kalmalıydı? koşulsuz şartsız sevgi beslediğiniz her şey aşkın tanımına girebilirdi. ya da bu sevginin tanımı mıydı? pek emin değildim. daha önce aşık olmadığımdan farazi düşüncelerle bunu anlamlandırmaya çalışırdım.
aşka inanırdım ama, var olduğuna da. hatta herkesin bir ruh eşi olduğuna da. ve bir de kırmızı ip teorisine.. içimde umutsuz bir romantik aşık yattığı kesindi fakat o aşık hiçbir zaman ortaya çıkmamıştı. hoşlandığım kişiler elbet olmuştu. fakat kalbimi yerinden çıkaracak kadar hızlı attıran, kalbimde kelebekler oluşturan, gözlerimin her an onu aradığı biri olmamıştı.
ama ruh eşim var ve beni bulacak biliyorum. sadece kırmızı ipimizi titreştirmem gerek o kadar.
önümdeki içkiden bir yudum daha alırken etrafa göz gezdirdim. benim dışımda herkes eğleniyordu. suzy'nin zorlamalarıyla birkaç haftadır tanıdığım arkadaş grubuyla birlikte buraya gelmiştim. bu gruba ilk girişim suzy'nin beni bir akşam "seni ruh eşinle tanıştıracağım, çabuk sana atacağım konuma gel" demesiyle olmuştu.
mesajları bu kadarla sınırlı değildi gerçi, ufak(!) birkaç tehdit mesajı aldığım gerçeğini yok sayamazdım ve gerektiğinde dünyanın en korkunç insanına dönüşen arkadaşımın korkusundan gitmiş ve kafamın bu insanlarla az çok uyuştuğunu ilk konuşmamızdan itibaren anlamıştım. hepsi tatlı ve eğlenceli insanlardı. bana göre fazla eğlenceliydiler sadece. hiç bitmeyen bir enerjileri vardı ve neredeyse haftanın her akşamı dışarı çıkıyordular. hayır anlamıyorum hiç mi yorulmuyorlar? ben iki gün üst üste dışarı çıktığımda bir hafta falan kendimi evde izole etme ihtiyacı hissediyordum. onlar ise sanki sabahın köründe kalkıp işe gitmeyeceklermiş ve baş ağrısıyla çalışmayacaklarmış gibi burada stres atıyorlardı. günün bütün stresini attıklarını sandıkları anda diğer güne daha kötüsünü sığdırmaları ise... buna diyecek pek bir şeyim yoktu. eğlence yolunda her şey mübahtı galiba onlara göre.
ruh eşi muhabbeti ise.. belki ona biraz da olsa inanmış olabilirdim, dedim ya içimde umutsuz bir romantik aşık yatıyor. bir tarafım bir gün dizi ve filmlerdeki gibi o iç eriten aşklardan yaşayacağıma oldukça eminken diğer tarafım ise onu susturup gerçekçi düşünmemi sağlıyordu.
suzy o gün buluşmaya gelemeyen ama gerçekten benim kopyam olan bir çocuktan bahsetmişti bu arada. galiba bir on, on beş dakika falan nefessiz bir şekilde onu övmüştü. sevgilisi olduğunu bilmesem o çocuğa aşık sanırdım. anlattıklarıyla bir ufak umutlanmadım değildi ama şimdi karşımda olan çocuğu izlerken dediklerinin birer yalan olduğunu tekrardan anlıyordum.
jeon jungkook.
ruh eşim olacak son insandı.
öncelikle suzy sadık biri olduğundan bahsetmişti. beş dakikada bir flörtleştiği kişiyi değiştirirken de gayet sadık bir insana benziyordu kesinlikle. en uzun ilişkisi iki haftayı bulmuş mudur acaba? bunu gerçekten merak ediyorum.
ikinci olarakta kibar birisi olduğundan bahsetmişti. herkese ve her şeye oldukça nazik davrandığından, insanları kırmaktan koktuğundan, yardıma ihtiyacı olan biri oldu mu elini uzatmaktan asla çekinmeyen biri olduğundan. söylediklerinin haklı bir tarafı vardı, etrafına karşı gerçekten de kibar birisiydi ama bana gelince bu kibarlık yerini dondurucu bir soğukluğa bırakıyordu anlamadığım bir şekilde. tanıştığımız ilk andan beri başkalarına attığı o sahici gülümsemesini bir kere bile bana bakarken görememiştim.