Enhypen: Your Eyes Only
☾
Bir tek senin gözlerin hoş konuşuyor
☾
Okula gitmeyi sever misiniz? Dürüst olayım, ben nefret ederdim. Özellikle doğduğum ülkede okumak dinlenme molası ve bitiş çizgisi olmayan bir yarıştan farksızdı. Kore'ye taşınacağımızda bu yüzden çokça mutlu olmuştum belki de. Ailemin dediği gibi yeni ve daha samimi arkadaşlıklar kuracağımı düşünmüştüm, bu bitiş çizgisi olmayan yarışın biteceğini...
Ama tabiki öyle olmamıştı. Dünyanın her yerinde olduğu gibi bu ülkede de çocuklar bitiş çizgisi olmayan bir yarışta ne pahasına olursa olsun yarışıp duruyorlardı. Ve bu durum dilini bile bilmediğim bir ülkede beni bir hayli zorlamıştı. Bir yandan dillerini öğrenmeye çalışıyor, diğer yandan derslerde onlara yetişmeye çalışıyordum.
Ve işte Jungwon tam da o anda, ona çokça ihtiyacım olduğu o anda hayatıma bodoslama girivermişti. Evet evet, cidden bodoslama girmişti. Dokuzuncu sınıfın sonunda yapılan deneme sınavında yakın notları aldığımız için aynı sınıfa düşmüştük ve o, en arka sırada tek başıma oturma planlarımı bölüp kocaman gülümsemesiyle "Merhaba yeni sıra arkadaşım!" diyerek yanıma oturmuş, aynı zamanda da hayatıma girmişti. Ve bir daha çıkmamıştı. Hoş, çıkmasını da istemiyordum zaten.
O farklıydı. Tanıdığım herkesten farklıydı. Korecede bana çokça yardımcı olmuş, sınıfa yetişmem için benim haberim bile olmadan bize gelip bana ders anlatmıştı. Öğle aralarında diğer çocuklarla dışarıya çıkmak yerine benimle kalıp vakit geçirmeyi tercih etmişti. Ondan iki durak önce iniyor olmama rağmen başıma birşey gelmesin diye benimle inmiş ve eve sağ salim girdiğimden emin olunca kendi evine yürümüştü. Ve bunları bir iki kere yapmamıştı. Ondan istediğim içinde yapmamıştı. Tamamen kendi isteği ile tam iki yıl boyunca benimle ilgilenmiş; Koreceyi düzgünce öğrendiğimden, sınıfa yetiştiğimden, yeni arkadaşlar edindiğimden ve Kore'ye alıştığımdan emin olmuştu.
Ve hâlâ hayatımda kalmaya devam etmişti. Arkadaşım olmuştu ilk başta. Sonra en yakın arkadaşım oluverdi. Ve ne zaman oldu bilmiyorum ama aşık olduğum çocuk oldu.
Her zaman yanımda olan, bana karşılıksız iyilik yapan, beni her gördüğünde kocaman gülümseyen, her gün benimle okuldaki kediyi besleyen, benimle evime yürüyen, bana yeni bir dil öğretip bana yeni bir hayat sunan, benimle saçmalayan, her türlü sıkıntımda yanımda olan, yorulduğumda bana sarılarak tüm yorgunluğumu alan, en ihtiyacım olan zamanda hayatıma bir güneş gibi doğan ve asla batmayan bu çocuğa aşık olmaktan kendimi alamamıştım.
"Riki!"
Heeseung sınıfımıza "sınıfa yabancılar giremez" kuralına rağmen bodoslama dalmış ve tüm sınıfın göz devirmesine benimde düşüncelerimden sıyrılmama sebep olmuştu.
"Söyledin mi Jungwon'a?"
Henüz gelmemiş olan Jungwon'un yerine yani yanıma oturup kısık sesle konuştuğunda evet anlamında başımı salladım. Jungwon'u sevdiğimi ve dün ona açılacağımı biliyordu.
"E ne dedi peki? Anlatsana oğlum?! Tek tek mi sorayım?!"
"Bir şey demedi."
"Ne demek birşey demedi? Sen gittin 'seni seviyorum Jungwon çok aşığım sana' dedin ama o birşey demedi mi yani?!"
Heyecanla biraz sesini yükselttiğinde kimsenin duymaması için ağzını kapatmış, sustuğunda da elimi çekip "Anlamadı dediğim şeyi, yani umarım..." dedim.