Moon was so pretty

42 13 18
                                    

'Acil bir işim çıktı, akşamı erteleyelim.'

Çocukların yanından ayrılmadan önce attığım mesaja bakıp cebime attıktan sonra eve doğru yürüyorum. Sokakta insanların gezmediği saatlerde, güneşin rahatsız ediciliği olmadan yürümek her şeyden daha çok hoşuma gidiyor.

Bir işimin falan çıktığı da yok, sadece yersiz kıskançlığımın ardından onu görmeyi midem almıyor. Kıskanılacak bir şey de yok ortada farkındayım ancak durumumuz sebebi ile olur olmadık hislere engel olamıyorum.

'Saat geç değil mi?
Birine bir şey mi oldu?
İyi misin?'

İlgili mesajları içten içe iyi hissettirse de yalan söylemekten hoşnut olmayarak parmaklarımı ekranda gezdiriyorum.

'Bitirmem gereken bir tablo-' Sil. Sil. Sil. O gizemli davranıyorsa ben de davranmalıyım. Gerçi hoşlanan da benim, bu mantıklı bir karar mı emin olamıyorum ancak denemek istiyorum.

'Endişelenme.'

Tek kelimelik mesajımı yolladıktan sonra mesajları sessize alıp koltuğumda video kaydırma gibi önemli bir işe girişiyorum. Ardından 24 yaşında gençliğinin baharında -30 a kadar vaktim kaldı bu ifade için- bir adam olduğumu hatırlıyorum. Saçma bir fikir olsa da lanet olası ile cehennem kadar sıcak biri olmanın iki ucunda mekik dokumaktan kas yapmış adamın teki yüzünden evde kendimi yataklara atmamam gerektiğine karar veriyorum.

Dolabımda bulunmasından çok memnun olduğum mavi, pahalı bir markaya ait ipek gömlek içine beyaz fitilli bir bluz ve altına da siyah bir kot bulup birkaç gümüş zincirle yeterli buluyorum kendimi. Alkol alma ihtimalimi göz önünde bulundurup uygulamadan bir taksi çağırıp içi zengin işi durmasa da "pahalı" (dikkatinizi çekerim güzel demiyorum zira akıllara bahçeli villalar, şirin şirin evler gelsin istemem; ne de olsa ben bir sanatçıyım, şehrin kargaşasına bağımlı da bir adamım) gözüken muhitime çıkıyorum.

Kendi iç sesime de yansıdığı üzere içinde güzel hissettiğim bir kombin ve spontane bir adım atmak bile tahmin ettiğim gibi evdeki buhran dolu havanın kalıntılarını üzerimden uzaklaştırıyor. Hoş bir pub'a gidip birkaç tatlı kokteyl, bir iki kadeh şarap içip çakır olsam, hayatı romantize etsem... bunlarla yetinerek evime mutlu mutlu dönebileceğime inanıyorum. Hafif sarhoşluk ile yaptığım tablolarım da ayrı tatlı oluyor normalin aksine karamsarlıktan uzak, pembe tonlarını bile kullanabiliyorum.

Düşüncelerimi bir kurşun misali delip yıkan ve indirdiği yolcunun ardından beni almayı planladığını düşündüğüm taksiden inen kişi oluyor. Hafif kıvırcık ve dağınık tutamları banyo sonrası öylece bırakıldığı halde kurumuş gibi alnına dökülüyor. O tutamların altındaki iki delici göz ile yerimde kalıp şaşkın bakışlarımla onu karşılıyorum.

"Chris...?"

"Hyun... İyi olduğuna emin olmak istemiştim. Hasta olabileceğini düşünmüştüm doğrusu..."

Sesi gittikçe monotonlaşıyor. Onu ekip süslenip püslenip dışarı çıktığımı gördüğünden ne için veya kim için çıktığımı düşünüyor muhtemelen. Şu an yüzünde bunları okuyabilmek içimden ufak bir intikam kahkahası atmak istememe sebep olsa da ne basılmış gibi olmamı ne de o kahkaha detayını belli etmiyorum.

"Tam olarak yanlışsın diyemem. Mental olarak iyi değildim."

Cevabımı sorgular bakışları yüzümde geziniyor.

"Birlikte de takılabilirdik yine de- Her neyse kusuruma bakma ben bozmayayım seni."

"Chris..."

Taksiye geri binmek üzere olan bedenin elini kavrıyorum daha bu komutu beynimde tartmadan.

I like it | HyunchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin