Herkes derin bir nefes aldı mı?
O zaman başlıyoruzzz, keyifli okumalar!
--
"Babacığım, ben senin verdiğin adrese geldim ama," bakışlarım adresin yazılı olduğu kâğıttan çiftlik evine kaydı. "Hiç de öyle düşündüğün gibi kullanılmıyor değil. Bahçe daha yeni biçilmiş, çiçekler açmış, ağaçlar meyve vermiş." Köpeğin havlamasıyla birlikte irkilerek bir iki adım geri gittim. "Köpek bile var. Üstelik daha şimdiden çiftliğin etrafında dolaşan üç kişi saydım. Amcam çiftliği de satmış olabilir mi?"
"O çiftlik bize annemizden kalan tek yer. Satmaz kızım, belki kullanmaları için birini tutmuştur."
"En son," diye asi bir şekilde babama cevap verecekken dişlerimi birbirine bastırarak sustum. Sinirle dudaklarımı yalayıp, cümlemi içimden tamamladım. En son bu kadarını da yapmaz dediğin amcam, her şeyimizi elimizden alıp yurtdışına kaçtı. Hala daha amcamın kapasitesinin farkında değildi. Tayfun Korkmaz, kurnazın tekiydi ve benim babam da herkesin kolayca kandırabileceği bir enayiydi.
"Hadi gir eve," dedi babam. İçeri girmekte tereddüt ettim. İçimden bir ses, amcamın burayı da elinden çıkardığını söylüyordu. Eğer gerçekten böyle bir şey yaptıysa, babam onu asla affetmez ve annesinden kalan yeri kaybettiğini öğrenirse de kolay kolay toparlanamazdı. Gözlerimi çiftliğe dikerek "Tamam," diye mırıldandım. "Giriyorum, sana haber veririm."
Cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım. Babama sinirim geçmiş değildi ama onu geçen hafta çalışma odasında boğazına silah dayalı halde gördüğüm için artık yansıtmıyordum. En azından yansıtmamaya çalışıyordum.
İnsanlar iflas ederdi, birden köşeyi dönerdi. Daha çok kazanırdı, hiç kazanamazdı. Babama kızdığımız nokta onun iflas etmesi değildi. Onun amcam tarafından dolandırılıp, iflasa sürüklenmesiydi. Anneme bu yüzden kızamıyordum işte. Çünkü adım gibi emindim ki babam amcam tarafından bu hale düşmemiş olsaydı annem onun sonuna kadar yanında kalırdı.
Cebimdeki son beş yüz bir liramı avucumun içine alarak sıktım. Günlerdir kalan paramı yetirmek için para hesabı yapmaktan Matematiği çözmüştüm, eğer daha önce fakir kalsaydık iyi bir ortalamayla liseden mezun olurdum. En azından Matematiğim bir gelmezdi.
Tüm bu stresimi temiz hava biraz da olsa yatıştırır diye düşünüp derin bir nefes almıştım ki tezek kokusuyla birlikte midem ağzıma kadar geldi, iki büklüm olup kusar gibi öğürdüm. Biterse bir daha alamam diye tek fıs sıktığım pahalı parfümüme ineğin dışkısının karışması lisede sınıf tekrarı yapmamla eş değerdi.
İşaret ve başparmağımla İtalya'da milyon dolara yaptırdığım burnumun uç kısmını tutarken bir yandan da "İğrenç iğrenç" diye inledim. Gelmeden önce kendimi motive etmek için köy havası, temiz oksijen, ağaçlar, kuş sesleri, toprak kokusu... doğayla ilgili tüm kelimeleri sayarken gerçekler ilk andan yüzüme tokat gibi çarpmıştı. En son buraya dokuz yaşında, babaannemin cenazesine gelmiştim. O zamana dair hatırladığım tek şey, yanağımı arının ısırması ve sağ gözümün şişerek mosmor olmasıydı. Dokuz yaşındayken buradan nefret etmiştim, buraya gelmeden önce nefretim hala canlıydı fakat bende bir şeylerin değiştiğini, olgunlaştığım için sevebilme ihtimalim olabileceğini sanmıştım.
Kocaman yanılmışım.
Ben köylerde yaşayacak en son insandım.
Demir kapıyı açmak için elimi uzattığımda tutacak denilen şeyin pasla kaplı kenarının örümcek ağlı olduğunu gördüm ve görmemle, elim havada kaldı. Yine bir mide bulantısı, baş dönmesi. Dudaklarımın arasından ağlacasına çıkan inilti... Her an kaçacakmış gibi olduğum yerde sağıma soluma baktım. Zorla getirilmemiştim ama hiç de istekli değildim.