17 Eylül, Salı.
2024.
🎶: Pinhani - Yıldızlar
Bazı anların tadı, tarif edebileceğin somut bir hissi olmazdı ama damakta bıraktığı unutulmaz bir lezzeti olurdu. Ağustos akşamları da bu hislerden biriydi. Gündüzleri yakan, insanı eve hapsedecek kadar sıcak olan hava, akşamları tüm vahşiliğini unuttururcasına tenini okşayan bir meltem olurdu adeta. Ve ben de, tarifi olmayan bu anların fotoğrafını çekmek için yola düşmüştüm. Artık anlatamasam bile gösterebilirdim. Anıları madem tutamıyorduk, madem zaman akıp gidiyordu avuçlarımızın arasından, o halde bende anı hırsızı olurdum. Artık onları film şeritleri halinde dizebilir, sonsuza kadar saklayabilirdim.
İki gündür nar tepesinin hemen altındaki koyda kamp hayatı yaşıyordum. Bu sefer ki yola çıkışım her yıl Ağustos ayında gerçekleşen Perseid meteor yağmurunu çekmek içindi. Geçen sene de çekmeye niyetlenmiştim fakat aynı tarihlerde en yakın arkadaşımın düğünü vardı, onun özel gecesini çekmek de benim için nadir karşılaşılan bir doğa olayı gibiydi; kaçıramazdım.
Çantamı, çadırımı, ekipmanlarımı toplayıp arabama atlamadan önce nereye kamp kurmam gerektiğini çok düşünmüş ve en sonunda dedemin köy evine doğru ilerlemeye başlamıştım. Vardıktan sonra fark etmiştim epeydir buralara uğramadığıma. Uzun zamandır geçmemiştim nar tepesinin ardına. Buralar el değmemiş topraklardan, henüz insanların bozmadığı manzaralardan oluşuyordu. Kamp kurmak için bulunmaz bir nimetti kısaca.
Meteor yağmuruna son iki gece kalmıştı. Ben biraz daha erken gelip çadırımı kurmak, en güzel açıları keşfetmek istemiştim. Bu sabah da güneş doğmadan önce uyanmıştım. Her sabah önce serin suda bir saat yüzerek kendime geliyordum. Gün içinde yüzmeye çok vaktim kalmıyordu, tatil yapmaya gelmemiştim buraya ama sabahları erken uyanıp, kısa da olsa sadece kendime ayırdığım bir zaman dilimi yaratmaya çalışıyordum. Önce yüzüyor, sonra üstüme spor kıyafetlerimi geçirip açık havada yogamı yapıyordum. Kahvaltı olarak da, ormanda bulduğum mantarları da piknik tüpünde pişirmiş, içine domates ve biber de ekleyerek yemiştim. Yulaf kasesiyle devam etmesi gereken günüm bazen gazete yaprağı üstünde yediğim menemenle ilerliyordu. Hiçbirimiz içimizden atamazdık bu Anadolu kanını.
Mavi Okaliptüs ağacının altındaki büyük kayaya ulaştığım gibi telefonumun ekranı "dedeciğim" ismiyle titremeye başladı. Sadece bu noktada çekiyordu telefonum ve benim çok meraklı bir dedem vardı. Her sabah aynı saatlerde arayıp sesimi duymak istiyordu, yoksa rahat edemiyordu.
"Emredin komutanım."
Her seferinde aynı şekilde giriş yapsam da, dedem ilk kez duymuş gibi keyifleniyor ve kıkırtılarının arasından "Ne yapıyorsun çiçeğim," demeye çalışıyordu.
"Bildiğin gibi dedoşum, kamp hayatı devam. Bugün de kameralarımı koyacağım noktaları seçeceğim, keşif günü yapacağım biraz."
"Çok da bilmediğin yerlere gitme kızım, karşına ayı çıkmasın. Allah korusun!"
"Ormanlarda sincap dışında bir hayvana rastlamadım, merak etme."
Bir süre sessizliğini korusa da ikna olmamış bir şekilde hayıflanmaya devam ediyordu dedem. "Sana dedim, al tüfeklerimden birini, en azından aklım kalmazdı."
"Emin misin aklının kalmayacağına?"
"Kalmazdı."
"Hiç mi?"
"Tamam, birazcık kalabilirdi ama şimdiki gibi bu kadar çok ahvalini düşünüp de endişe içinde olmazdım."
Ailem bu hallerime alışmıştı. Günlerce yok olurdum, bazen telefonuma hiç ulaşamazlardı, endişelenseler bile çok yansıtmazlardı ama dedem ilk kez şahit oluyordu. Buraya gelmekle iyi mi yapmıştım, kötü mü yapmıştım bilmiyorum. Eminim ki, her gün evinin balkonundan Nar tepesini izliyordu, sanki beni görebilirmiş gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZLARIN KADRAJI
Teen Fiction"Anıları madem tutamıyorduk, madem zaman akıp gidiyordu avuçlarımızın arasından, o halde bende anı hırsızı olurdum. Artık onları film şeritleri halinde dizebilir, sonsuza kadar saklayabilirdim."