IV

572 95 34
                                    

Gecenin çoğunda uyumamıştım. Derya'nın haklı olduğunu biliyordum. Hande ile konuşmam gerektiğini biliyordum.

Sabah oldukça geç uyandım. Melissa'ya beni sabah uyandırmaması için mesaj atmıştım. Hande genellikle oldukça erken uyanır ve kahvaltısını da oldukça erken yapardı - kahvaltıya ne kadar geç gidersem onu ​​görme şansımın o kadar az olacağını biliyordum.

Ama bugün benim şanssız günümdü anlaşılan. Çift kapıdan içeri adım attığımda kalbim duracak gibi oldu. Yemek alanını bu saatte genellikle dolduran 'Türkiye' yazılı siyah tişörtlerden oluşan tanıdık deniz çekilmiş, takımdan sadece iki kişi kalmıştı... Eda abla ve Hande.

Eda abla girişi açıkça görebildiği bir sandalyeye oturmuştu. İçeri girdiğimde gözleri hemen bana kilitlendi. Coşkuyla el salladı, beni masaya davet etti. Kahretsin, diye düşündüm. Bana kaçış yolu bırakmamıştı.

Masalarına doğru her adımda, kalbim kulaklarımda daha da yüksek sesle atıyordu. Yaklaşırken, göz ucuyla Hande'ye bir bakış attım. Nefesim boğazımda düğümlendi.

Farklı görünüyordu. Her zamanki canlı yüzü asılmıştı, koyu halkalar gözlerini gölgeliyordu. Saçları hafifçe dağınıktı. Dün gece iyi uyumadığı belliydi. İçimde endişeyle karışık bir suçluluk duygusu hissettim. Onun huzursuz gecesinin sebebi ben miydim?

"Vay, vay, vay," Eda abla'nın şakacı sesi, yanına oturduğumda düşüncelerimi böldü. "Bakıyorum ikiniz de bugün erkencisiniz? İkinizi bu kadar geç saatlerde burada görmek nadirdir."

Bir şey demedim. Demek Hande de geç saatlere kadar uyumuştu. Garson masamıza gelip bana kahvaltı menüsünü teklif etti.

"Sadece bir kahve ve bir kurabiye lütfen," diye mırıldandım. Şu anda yemek düşüncesi bile midemi bulandırıyordu.

Eda abla'nın kaşları havaya kalktı. "O ne biçim kahvaltı öyle? Önündeki gün için enerji toplaman gerek."

Omuz silktim, aç hissetmediğimi mırıldandım. Aslında hiçbir şey istemiyordum, masadaki gerginlik iştahımı öldürüyordu.

Eda abla dengeli bir kahvaltının önemi hakkında bir derse başladığında, dikkatim Hande'ye kaydı. Yemeğini tabağında itip duruyordu, arada sırada çayını yudumluyordu. Bir kez bile bana bakmamıştı. Aramızdaki mesafe, sadece bir adım ötede olmamıza rağmen uçurum gibiydi.

Garson, çok geçmeden Eda ablanın her bakımdan yetersiz gördüğü kahvaltımla geri döndü. Kahvenin zengin aroması bir anlığına dikkatimi dağıttı. Fincanıma uzandığımda, Eda abla aniden çayını bitirdi ve ayağa kalktı.

"Sizleri bilmem ben güne başlamak için gidiyorum. Antrenmanda görüşürüz!" Bize göz kırptı ve sonra uzaklaşarak Hande ve beni garip bir sessizlik balonunda yalnız bıraktı.

Eda abla gittiği anda, sanki biri termostatı açmış gibi hissettim. Yanaklarımda yükselen sıcaklığı hissedebiliyordum. Aramızdaki sessizlik sağır ediciydi, sadece Hande'nin kaşığının fincanına çarpması ve yakındaki masalardan gelen boğuk sohbetlerle noktalanıyordu.

Dakikalar saatler gibi uzadı. Konuşmak için ağzımı birkaç kez açtım ama kelimeler boğazımda boğuldu. Ne söyleyebilirdim? Aramızdaki bu uçurumu nasıl kapatabilirdim?

Sonunda Hande çayını bitirdi. Dudaklarını bir peçeteyle sildi ve sandalyesini geriye itti. Ayrılmak üzere ayağa kalktığında içimde bir şey koptu. Ne yaptığımı kavrayamadan elim fırladı ve onun elini kavradı.

Teninin dokunuşu içimde elektrik çarpmasına neden oldu. Hande dondu, gözleri birleşik ellerimizden yüzüme doğru kayarken büyüdü. O sabah ilk kez bakışlarımız kilitlendi.

Kalbim göğüs kafesime deli gibi çarparken, sahip olduğum tüm cesareti topladım. "Konuşabilir miyiz?" diye sordum.

Hande'nin kaşları kalktı ama hemen sonra ifadesi hafifçe yumuşadı. Cevap vermek için ağzını açtı ama sanki sesini bulamamış gibi sadece başını sallayıp tekrar yerine oturdu.

Boğazımı temizledim. "Ben... özür dilerim. Dün kabalık yaptım."

"Tüm bunlar ne anlama geliyor Zehra? Bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordum. Bu yüzden dün bir şey yapıp yapmadığımı sordum ve sen hayır dedin. Ama sonra aksini ima eden bir şey söyledin. Dün tüm gece oturup düşündüm, acaba ne oldu diye. Melissa'yla seni gördüm diye mi bu tripler yoksa?"

"Hayır..."

"O zaman ne? Aramızda onca güzel anı olmasa şu an bilmekte ısrar etmem. Ama yakın arkadaş sandığım biri bana durup dururken 'hayatından çıkmak istiyorum' deyince sorular beynimi kemiriyor. Lütfen söyler misin ne oldu?"

"Ben seni seviyorum," dedim. Kelimeler ben onları durduramadan çıkmıştı ağzımdan. Gerçi zaten bunu söylemek için durdurmamış mıydım onu?

Gözleri büyüdü. "Aşkım ben de seni seviyorum ama--"

"--Öyle değil," diye sözünü kestim, kalbim o kadar yüksek sesle çarpıyordu ki bir an dayanamayıp duracak gibi zannettim. "Arkadaşcasına değil. Sana aşığım ben. Seni her zaman seninle olmak isteyecek kadar seviyorum."

Gözlerinde anlayışın belirdiğini, ardından yüzünde bir şok dalgasının geçişini izledim. Dudakları hafifçe aralandı, itirafımın tüm etkisi ona çarptığında yanaklarından renk çekildi.

Derin bir nefes alarak devam ettim, sesim her kelimeyle titriyordu. "Uzun süre içimde tuttum ama artık dayanamıyorum. Senin mutluluğunu kendi mutluluğumdan önce koymaya çalıştım ama seni başka biri hakkında konuşurken dinlemek, seni başka biriyle görmek fiziksel olarak gerçekten acı veriyor." Yutkundum, gözlerine bakamayarak fincanıma baktım. "Bu yüzden artık hayatına katılamayacağımı düşünüyorum."

Ardından gelen sessizlik sağır ediciydi. Ne beklediğimi bilmiyordum. Belki biraz güvence, bir kucaklama, birkaç sıcak söz... Ama bunun yerine masaya baktı, omuzları sanki görünmez bir ağırlık altındaymış gibi çökmüştü. Alnında derin bir kaş çatması vardı.

Sonunda konuştuğunda sesi alçaktı. "Anlıyorum..." diye mırıldandı, sesi tam olarak çözemediğim bir duyguyla yüklüydü. Acıma mıydı? Öfke mi? Yoksa tamamen başka bir şey miydi?

Bakışlarını kaldırıp benimkilerle buluşturdu ve gözlerinde bir duygu fırtınası gördüm. "Hiç fark etmediğim için üzgünüm," diye devam etti. "Ve canını acıttığım için de üzgünüm, asla kasıtlı değildi."

Bu konuşmanın hangi yöne gittiğini fark ettiğimde kalbim duracak gibi oldu. Derin bir nefes aldı. "Seni kaybetmek istemiyorum ama eğer benden uzak durmanın senin için doğru şey olduğunu düşünüyorsan seni tutamam," dedi. Ağzının köşelerinde hüzünlü bir gülümseme belirdi, gözlerine bile ulaşamıyordu. "Hayatında sana başarılar dilerim."

Cevap bile beklemeden, aniden ayağa kalktı. Bir an, daha fazlasını söylemek ister gibi tereddüt etti. Ama sonra, başını hafifçe sallayarak döndü ve uzaklaştı.

Geri çekilişini izledim, gidişinin kesinliği bana fiziksel bir darbe gibi çarptı. Hareketli restoran aniden soğuk ve boş hissettirdi, diğer müşterilerin gevezelikleri kulaklarımda donuk bir uğultuya dönüştü. Gitmişti. Sonsuzadek hem de.

Boş Çerçeve | GxG | HanZehHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin