Bol yıldızlarla okumak dileğiyle....
*
"Sen neden burada bekliyorsun kine?" dedi minik Gül. Merakı gözlerini çevreliyordu.
"Seni bekliyorum!" dediğinde duraksadı Kurt, " gitmemiz gerek!" diyerek Gül'e elini uzattı. Tehlikeyi sezmişçesine gergindi.
"Neden, gideceğiz? Asker abiler ile oynamadık daha!" Gül'ün inadının tutmaması için dilekler diledi, kalbine. Şimdi inadı tutarsa, başları büyük derde girerdi.
"Asker abiler, gitmek zorundalar!" dedi onu kırmamaya özen göstermek istiyordu. " Gül, hadi gidelim."
"Olmaz, babam bir daha izin vermez."
"Bu sefer de benim babam ile geliriz buraya, olur mu?" dediği anda yüksek bir ses yankılandı, karargâh bahçesinde.
Önündeki bedeni göğsüne çekerek yere çöktü, Kurt. Etrafta koşuşturan askerlerin postal sesleri yeri inletir gibiydi. Göğsü altında kalan beden etrafı izlemek için çırpınmaya gayret ettiğinde müsaade etmedi. Böyle kalması, bunları görmemesi gerekti. Yanı başlarına çöken beden ile bakışlarını ona çevirdi. Gül'ün babasıydı; Albay Halit Alkan... Kurt'u altındaki bedenden ayırdığında, altındaki bedenin ürkek bakışları babasını bulmuştu. Korkuyordu; ateşten korkmayan kız çocuğu babasının bir bakışından korkuyordu. Beklediği olmadı, Gül çekilmedi ateşten.
Kolunu tutarak, onu kucaklayan Halit Beye değdi öfke dolu yeşilleri. Çırpınsa da bağırsa da, durmadı onu taşıyan adam. Onu izleyen kız çocuğu başını avuçları arasına alarak, kapadı gözlerini. Korktuğundan değildi, yalnız kaldığı içindi gözlerini kapatışı. Son yalnızlığı da olmayacaktı...
Orada öylece kalan Gül görüş açısından çıktığında bir odaya getirildiğini fark etti. Onu usulca yere bırakan adamı aşmaya çalışarak, Gül'e gitmek istedi. Gül'ün Kurt'a ihtiyacı vardı. Ancak önündeki adam müsaade etmedi. Gül ile Kurt'a duvar ördü. Öfke ve kin doldu, yeşil hareleri.
"O, cezalı! Orada kalıp, buranın ne kadar tehlikeli bir yer olduğunu öğrenmeli!" dediğinde babası gibi konuşmuştu. Hiç tanımadığı adama nefret tohumları ekti, içinde. Madem tehlikeliydi, ne diye yanında gelmelerine izin vermişti? Gül, kızıydı. Ancak her şeyden önce bir çocuktu. Masum, savunmasız belki de kimsesiz bir çocuk... Bir insan herhangi bir çocuğa ölümü reva görebilir miydi?
Başını dikleştirdi. "Başına bir şey gelebilir, benim gitmem gerek!" diyerek çıkmaya çalıştı. Silah sesleri kesilmesine rağmen izin vermiyordu karşısındaki adam.
Albay'ın ifadesiz yüzü merhametsizi biri olduğunu düşündürdü, Kurt'a. "O cezalı! Sende emanetsin!" dedi keskin bir ses tonuyla. " sen uslu uslu otur! O düştüğünde kalkar, yolunu bulur!" dediğinde bakışları ben yetiştirdim der gibiydi.
Haklıydı, öyle olmuştu. Gül, yolunu biliyormuşçasına içeriye girdi. Duraksadı kapı ağzında. Önce Kurt'u ardından babasını süzmüştü. İkisi de iyiydi, kendisi gibi değillerdi. Yara almamasına rağmen bir yerleri acıyordu. Anlayamıyordu. Umursamadı da. Koşarak, minik ellerini Kurt'un beline doladı. Adım attığı, sığındığı bu sefer babası olmamıştı. Bu Halit Bey'de şaşkınlık yaratmışa benziyordu. Yüz ifadesini toplamaya çalışarak, gözünün önünde birbirine sığınan bedenleri yutkunarak izledi. Dikkatini çekmişti ve belki de birbirine sığınana bedenler hoşuna da kaçmıştı.
Ardından içeriye apar topar telaşla dalan oğluna kaydı bakışları. Gül'de Kurt'tan ayrılarak arkasını döndüğünde göz göze geldiği abisi ile nemli gözlerindeki ışıltıya ışıltı kattı. Oğuz koşarak, önünde diz çöktü kardeşinin. Bir şeyi var mıydı, bakışlarıyla kontrol ettiğinde yüzünü avuç içlerine gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİNHAN
General Fiction"Bana bak! Benim askerimi tehdit edip, hiçbir şey olmamış gibi üste çıkma!" dediğinde kalın sesi bedenime hükmetmiş gibiydi. Tuhaftı ki bedenim sesine, beyaz bayrak sallamak için harekete geçmek üzereydi. Gerilen vücudum ile aniden aklıma gelenleri...