Bir mum ışığının, ne zaman söneceğini tahmin edemezsiniz.Gözlerimi, parmaklarımın kıstırdığı çakmaktan alamazken baş ağrım üst düzeye çıkıyordu. Son zamanlardaki olaylardan dolayı çok fazla stres yapıyordum ve bu stres, baş ağrısı olarak bana geri dönüyordu. Ne kadar süredir böyle duruyordum bilmiyordum ama en sonunda elimdeki çakmağın çekilmesiyle, kafamı kaldırıp yanımdaki bedene baktım. Gözlerim, onun yüzünü süzerken benden pek bir farkının olmadığını gördüm. Üstünde, havaların yavaş yavaş soğmasından dolayı siyah deri ceketi varken içinde beyaz düz bir tişörtü vardı. Altına ceketinin renginde düz bir pantolon giymişti. Pantolon dar değildi ama bu bol pantolondan bile belli olan kalın baldırları, insanın nefesini kesecek nitelikteydi. Ne kadar kötü olursa olsun, Barış Alper Yılmaz her zaman mükemmel gözüküyordu. Düşüncelerimle yutkunup, alt dudağımda dilimi gezdirirken bakışlarımı yüzüne çevirdim. Sadece yüzüme bakmaya devam ederken, konuşmayacağını anladım ve söze ilk giren ben oldum.
"Gelmene gerek yoktu, kendim tek başıma gidebilirdim. Zahmet oldu böyle sana, yol yakınken geri eve dönebilirsin." kendi dediklerime üzülürken, Barış'ın değişen bakışlarını fark ettim. Dediklerimde ciddiydim evet ama şu an beni bırakıp evine geri dönse, ne yapardım bilmiyordum. Derin bir iç çekmesiyle, panikle yerimde kıpırdandım. Gitmesini istemiyordum, Allahım nolursun biraz bile beni seviyorsan Barış yanımda kalsın diye yalvarasın geliyordu. Dinime çok fazla bağlı biri değildim, sadece ben de her insan gibi ihtiyaç duyduğum an sadece dua etmeye başlar ve Allah'a sığınırdım. Günah olduğunu bile bile Allah'a Barış için yalvarmaktan, ağlamaktan bir gün bile vazgeçmemiştim. Belki de bundandır ki bütün yaşadıklarım, belki de göz göre göre bütün bu yangını başlattığım içindir. Bakışlarımı yüzünden çekip elime çevirirken o an elimde, soğuk parmaklarımın hemen üzerine kapanan sıcak parmaklarını hissettim. Barış iki eliyle, ellerimi sardı ve parmaklarını parmaklarıma geçirdi.
"Sarı, hiçbir zaman bu yolları tek başına gitmene izin vermeyeceğim. Her iki adımında bir adım, her bir nefesinde iki nefes ötende olacağım." dediklerine inanmak istediğim için tebessüm ettim. Bazı şeyleri öğrendiği zaman, böyle konuşacabilecek mi? yoksa arkasına bakmadan kaçacak mı? beynimde yer edinen bu soruları kendime tekrar hatırlattım. Soruların cevabını
biliyordum aslında, onun beni bırakmayacağı başından beri belli olan tek şeydi. Ne olursa olsun ensemdeki nefesini hissedecek olmak bir yandan iyi diğer yandan kötü hissettiriyordu. Her canlı, öleceğini biliyordu. Hepimiz doğdumuz andan beri öleceğimizi biliyor ve bir şekilde her şeyin sonlanacağını biliyorduk. Zaman zaman çoğumuzun aklına gelen, ne zaman ve nasıl öleceğiz soruları aslında kendime Barış'la ilgili sorduğum sorularla eş değerdi. Barış'ın her zaman yanımda olacağı, bir gün öleceğimiz gerçeği gibiyken, nasıl ne şekil yanımda olacağı nasıl öleceğiz sorusu gibiydi. Eskiden olsa, ölmek isteyen insanları anlamaz ve bu noktaya nasıl geldiklerini merak ederdim. Bir süre sonra kendi ecellerinin gelmesini bekleyemeyecek kadar sabırsız olup, kendi sonlarını getirdiklerinde üzülürdüm. Ben de Barış'ın kendi ecelim olduğunu düşünür ve ne zaman beni bırakacaktı bunu merak ederdim. Bileklerimi, hafif bir şekilde okşayan parmak uçlarıyla kendime gelirken tekrar bakmaktan usanmadığım yüze baktım. "Neyi bu kadar düşünüyorsun? Şu sıralar canını sıkan bir şeyler var gibi ama hayırlısı." güzel dudaklarından çıkanlarla, kafamı iki yana salladım. Beni düşünüyordu ama görmüyordu. Kendisinin beni bu hale getirdiğini anlamayacaktı o yüzden bu konuyu açmamak üzere kapatırken, bir elimi radyoya attım. Bluetooth onun telefona bağlı olduğu için, hiç çekinmeden bir elimi ceketinin cebine atarak telefonunu çıkarttım. Telefonuna hiçbir zaman şifre koymazdı, bu her zaman böyleydi. Ben istediğim zaman ona sormadan telefonunu alıp oynardım ve o bunlar olurken sadece beni izlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sen bilmezsin
General FictionBarış Alper Yılmaz, Semih Kılıçsoy'un en güzel duygularının katiliydi.