bazen hayatımın gerçekten ne tarafa doğru evrileceğini kestiremiyordum. yalnız yaşamak tam benim içinmiş gibi hissettiriyordu. hemen sonra öyle yalnız hissediyordum ki bundan deli gibi nefret ediyordum.
bu yüzden evde, evimde geçirdiğim vakitleri bin bir zorlukla minimum düzeye indirmiştim. guwoon'la ayrıldığımızdan beri çoğu zaman geç saatlere dek ofiste kalıyordum. tatil günlerimde arkadaşlarımla takılıyordum ve eve geldiğimde hemen uykuya dalacak kadar yorgun olduğumdan emin oluyordum. benim için buna başka türlü katlanabilmek mümkün değildi.
o zamanlar, guwoon'la ayrılığımızdan sonraki hafta, adli tatile denk gelmişti. haliyle evde kalmaktan başka seçeneğim yoktu çünkü tüm yakın arkadaşlarım çalışmaya devam ediyordu ve o uzun, harika olduğunu sandığım ilişkimin bitişi beni alt-üst etmiş durumdaydı. salondaki koltuğa oturup saatlerce önüme gelen her şeyi izliyordum. izlediğim her şeyde guwoon'a rastlıyordum çünkü lanet olası- bir virüs gibi hayatımın her noktasına bulaşmıştı. onunla saatler geçirdiğim koltukta otururken başka bir şey düşünmemin imkanı yoktu sanki.
o bir hafta zordu. epey zordu ve sonrasında bu duruma tekrar düşmekten deli gibi korktuğum için eve uğramamaya özen gösteriyordum.
bu akşam da yine geç gelmiştim, gelirken marketten aldığım şeyler hala mutfak masasının üzerindeydi. bense onları yerleştirmek yerine son yarım saattir aynı masada oturuyor ve taehyung'la mesajlaşıyordum.
işlerin bu konuda nasıl ilerlediğini de yine bilmiyordum. taehyung'la iyiydik, evet, bunu sürekli düşünüyordum ama o... o sanki gerçekten harika bir hayat yaşıyordu. çıktığı iki haftalık iş gezisini uzaktan izlerken tam olarak bunu düşünmüştüm.
iletişimimizde karşıdakine ihtiyaç duyan kişi sadece bendim. -bunu ihtiyaç olarak adlandırmak doğru olur muydu bilmiyordum ama taehyung benim bir nevi sorunlarımdan kaçmama yardım ediyordu.- benim ona herhangi bir fayda sağladığım söylenemezdi. belki biraz eğleniyordu, belki de gerçekten benimle geçirdiği vakitten keyif alıyordu. ki aramızdaki bu şeye de bir nevi bu düşünceyle başlamıştık. taehyung yanımdayken sanki bir adamın hayatımı nasıl karartabileceğini hiç öğrenmemişim gibi hisseddiyordum.
fakat ben böyle hissettiğim ve buna biraz daha devam ettiğimiz sürece görmezden geldiğimiz o sorunların tümü aramızda büyüyecek ve adımlarımızı birbirine dolayacaktı. belki de durduracaktı.
bunların yanı sıra taehyung'un hayatına birisi girebilirdi. ben aramızdakilerin ciddileşmesinden her ne kadar kaçsam da ileriyi düşünmeden edemiyordum, bu bir şekilde elimde değildi. taehyung içinse eminim ki bir ilişkide bulunmak oldukça kolay olurdu. şimdi bile etrafındaki çoğu kişinin onu harika bir fırsat olarak gördüğüne emindim çünkü taehyung böyle birisiydi işte.
kaldı ki paylaştığı fotoğraflara bakarken bunlardan çok daha fazlasını düşünmüştüm. o farklı birisi olsa da ya da ben onu tam olarak tanımadığım için belki de en kötüsünü düşünüyor olsam da... öpüştüğüm ve randevulara çıktığım birisine nasıl anlaşılacağını bilerek özel bir işim olduğunu da söylemezdim. ona güvenemiyordum. bu da büyük oranda benim sorunlarımdan birisiydi.
taehyung'un son yazdığından sonra öylece izlediğim telefon ekranını kapatıp masaya bıraktım ve etrafa şöyle bir göz gezdirdim. tadım çoktan kaçmıştı. evin haliyle yüzleştikçe daha çok kaçıyordu ve yalnızca mutfak fayanslarına uzanıp gün doğana dek öylece kalmak istiyordum.
iç çekerek salondaki koltuğun üzerindeki yere doğru kaymış olan pikeye baktım. bam'ın yaptığını tahmin ediyordum ki etrafa dağılmış yastıklar da bunu kanıtlıyordu. kahverengi sehpanın hemen üzerinde guwoon'a aldığım kupa duruyordu. biraz ileride karışık yazıların baskılı olduğu beyaz tişörtüm vardı. market poşetleri mutfak masasına yığılmıştı ve- kahretsin ki buzdolabının üzerinde hala guwoon'la çektirdiğimiz fotoğraflar vardı. Londra'dan.