(Devrim)
Şu an bulunduğum ortam o kadar şaçmaydı ki. Karla kaplı bir ormanda kendini buranın hükümdarı sanan birini aramaya çıkmıştık. Yetmezmiş gibi birde bir kadın tarafından iki saat boyunca oklandık, Oku nasıl bitmedi hala ona şaşırıyorum. Kızı sakinleştirmemiz ve bizim terörist olmadığımızı ona inandırmamız tam tamına iki buçuk saat sürmüştü. Güven problemleri yaşıyordu.
Biz kendimize siper yaptığımız ağaçların arkasından çıkmıştık ama o hala saklandığı yerden çıkmamıştı. Gerçekten iyi saklanıyordu çünkü hiç bir şekilde görünmüyordu, sadece sesi vardı.
Terörist olmadığımıza bile inandığını düşünmüyordum. Şu ana kadar biz konuşana kadar Türk olduğumuzu anlamamıştı. Gerçi konuşmakta bir işe yaramamıştı.
Şimdi ise ona tüm Tim olarak dil döküyorduk, saklandığı delikten çıkması için. Ki, bu da işe yaramıyordu. Gerçekten çok zor ve anlaşılmaz biriydi.
"Bak bacım, vallaha terörist değiliz. Nolur çık artık!" dedi Fırat bıkkın bir sesle. Yarım saattir uğraştığımız için herkez bıkmıştı.
"Ya, abi bu neymiş ya! Bıktım, cidden şu ağaçtan farkım kalmadı." Dedi bu seferde Çağan.
"Komutanım biz şu adamı aramaya devam etsek. Neden burada uğraşıyoruz?" Diye sordu Baran.
Ona doğru döndüm, "Çünkü adamı tanıyor olabilir. Onunla konuşup adam hakkında bilgi alabiliriz." dedim fısıldayarak. Timin hepsi duymuş, kafa sallamışlardı.
"Ne kadar fısıldarsan fısılda komutan," diye bir ses geldi ağaçların arasından. Yine kendini göstermiyordu. "Benim heryerde gözüm ve kulağım var." Susması ile beraber ağaçların arasından hışırtı sesleri geldi.
Gözlerimi şaşkınlıkla araladım ve etrafa bakmaya başladım. Cevap vermediği için gittini düşünüyordum. Yarım saattir cevap yoktu çünkü. Timde şaşkınca etraflarına bakıyorlardı.
"Beni ne görürsünüz," dedi ve durdu. Sesi daha yakından geliyordu. "Ne de duyarsınız." cümlesini bitirmesi ile beraber ağacın dalından önüme atladı. Şaşkınlık ile bir kaç adım geriye attım.
"Bismillahirrahmanirrahim! Allah'ım sen beni affet." dedi Çağan abartılı bir tepkiyle.
Kızın kafasında kapşonlu pelerin gibi birşey vardı. Askılı ayaklarına kadar gelen bir elbise giyiyordu, ayağında ise hiçbir şey yoktu. Bu soğukta nasıl böyle gezebiliyordu aklım almıyordu. Bu ormanda kalan herkesin deli olduğuna emin olmuştum artık.
"Naber komutan," dedi kafasındaki kapşonluyu açarak kızıl saçlarını serbest bıraktı. "Ne oldu? Dut yemiş bülbüle döndün." dedi alayla bana bakarak.
"Ne?" dedim şaşkınca. Ağaçtan önüme düşmesi gerçekten sürpriz olmuştu.
Dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu, tebessümü görünemeyecek kadar küçüktü. Elini kaldırdı ve göz hizama getirip parmağını şıklattı. "Hu, hu komutan uçtun." dedi ve geri çekildi.
Hepimizi teker teker süzdü. "Türk askerinin üniformasını görmeyeli uzun zaman oldu." sesi fısıltı gibi çıkmıştı. Dibimde olduğu için bir tek ben duymuştum. Gözleride özlem vardı ve bunun aksini iddia bile edemezdi. Bu kız Türktü! Aslında sadece bizi kandırmaya çalışan teröristlerden biri olduğunu düşünüyordum ama bu hareketleri rol olamayacak kadar gerçekti. Bu kız ülkesini özlüyordu. Karşımda ki kıza daha dikkatli baktım. Gözünden hiçbir duygu seçilmiyordu, yüzü ise ifadesizdi. Kız kendine gelmeye çalışıyormuş gibi kafasını iki yana salladı, "Neyse, bu kadar dalga yeter. Kimsiniz ve niye buradasınız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Amazon
RandomDoğu ormanı gizemle doluydu. Orada ki sırlar asla çözülmeyen bir düğüm olarak kalmaya devam ediyordu. Ölümlüler ve yırtıcılar orada yaşamaya devam ediyordu. Kimsenin girmeye cesaret edemediği yerede bir çiçek, kurtarıcı yaşıyordu. Kadın orman sevdal...