TANITIM

92 47 25
                                    

"Farklı dünyaların insanlarıydılar ama bir gün aynı yolun yolcusu oldular..."

"Unutulanlar Serisi 1: Farklı Şehirler"

"Aynı yıldızlara bakan farklı şehirleriz..."

Her gece rastgele birkaç saniyeliyine gökyüzüne bakarsan binlerce kişiyle aynı yıldızlara bakmış olursun, garip olan ise tamamen farklı şehirlerle, farklı ülkelerle, hatta farklı gezegenlerle bile birlikte aynı yıldızları paylaşıyoruz. Olur da bazen bir yıldıza gözümüz takılır, belki asla farklı değildir ama işte biz onun farklı yönlerini görürüz. Parlak ve büyükdür ya da gözlerimizle gördüğümüz şeyi kalbimiz süsleyip farklı şekilde gösteriyordur bizlere..

"Her gece gökyüzüne bakarken gözlerimizle gördüğümüz o ışıltılar belki de bize çok şey anlatıyor. Geçmişin acılarını, geleceğin umutlarını, belki de kimseye anlatmadığımız sırları. Her parlayan yıldız bize bir anıyı hatırlatıyor; belki bir tanesi, belki de hepsi.. Bazen böylesine uçsuz bucaksız bir evrende, bir yıldız gibi hissetmenin büyüleyici bir duygu olduğunu düşünün. Her birimiz kendi yörüngemizde dönüyoruz, ama bazen başkalarının ışığıyla parlıyoruz veya başkaları için parlıyoruz. Evrenin bize verdiği bu küçük anlar, belki de gerçek amacımıza ulaşmak içindir. Gece yıldızlara baktığımızda, bu anın tekrarı bizlere garip bir rahatlık veriyor. Sanki hiçbir şey değişmiyormuş gibi, ama her şey değişiyor. Bazen aynı yıldızları tekrar görüyoruz, ama farklıyız, daha fazla şey öğrenmiş oluyoruz..

Her gece gökyüzüne baktığımızda, aslında sadece ışıklara değil, aynı zamanda kaybolmuş anıların izlerine de bakıyoruz. Gözlerimiz bir zamanlar kaybetmiş olabileceğimiz şeyleri, yeniden kazanacağımız şeyleri hatırlıyor. O yıldızların ışıkları, sadece uzakta değil, aynı zamanda içimizde de parlayan yaralı ruhlarımızın bir yansıması gibidir ya da bazen yıldızlar o kadar parlak olur ki gökyüzündeki tüm karanlığı yok ederler. Ama bazen, o ışıltılar yavaş yavaş solar ve kaybolur. Bir yıldız parladığında, gözlerimizdeki umutlar onunla birlikte canlanır. Peki ya o ışık sönerse? Ya o ışıltıyı göremediğimizde ruhlarımızın karanlıkla yüzleşmesine izin verirsek? En fazla ne olabilirdi ki? Ne kadar yaralanabilirdik ki?

★★★

"Farklı şehirlerde doğduk, farklı kültürlerde büyüdük, belki birbirimizin dilini bile anlamıyoruz ama aynı gökyüzüne bakıyoruz. Farklı yönlerden, farklı zamanlardan; ama bir şey var: Aynı yıldızlar... Bazen bir araya gelmesek de aslında hepimiz bir aradayız."

<|>

15 Yıl Önce… 10 Şubat…

Yağmur, gecenin karanlık sokaklarını esir almıştı. Rüzgarın savurduğu damlalar, yer yüzünü acımasızca işgal ediyordu. Sokakları zorla aydınlatan lambalar, yağmurun şiddetini gözler önüne seriyordu. Saat gecenin üçüydü. Şehrin derin sessizliğini, yalnızca yağmurun yankılanan notaları bölüyordu. Herkes, az çok ısıttığı evinde, yağmur melodisiyle uykuya dalmıştı.

Tek bir kadın hariç…

Üzerindeki kıyafetlere bakılırsa, uzun süredir yağmurun altında kalmıştı. Sırılsıklamdı. Sol eliyle küçücük bir kızın elini sımsıkı tutarken, sağ elinde kalın bir halat vardı. Küçük kız, titreyen elini kadının eline kenetlenmişti. Üzerindeki ince kıyafetler çoktan suyu çekmiş, saçları ıslak iplikler gibi yüzüne yapışmıştı.

Onun bu yaşta sıcak bir yatakta uyuması gerekmiyor muydu?

Oysa şimdi… Soğuk kaldırımlara ıslak ayaklarıyla basıyor, yağmurun her damlasıyla birlikte daha da üşüyordu.

Böylesine fırtınalı bir gecede, dışarıda ne yapıyorlardı?

Fırtınanın şiddeti etrafı buz gibi yapıyor ve yağmur damlaları gecenin zifir karanlığını delmeye çalışıyordu. Ama kadın bunların hiçbirini hissetmiyor gibiydi, duyuları bastırılmıştı. Sanki içindeki fırtına dışarıdakinden daha güçlüydü. Yanındaki küçük kızın elini sıkıca tutuyordu; sanki onu kaybedecekmiş gibi. Kızın yüzündeki korku, kadının kendi korkularını netleştiriyordu. Sanki hayatla son karşılaşmasını yaşıyormuş gibi davranıyordu. Fırtınada biraz daha yürüdükten sonra bu sokağın en büyük, en köklü ağacının yanına geldiler. Kadın sanki bütün yük omuzlarındaymış gibi küçük kızın önüne diz çöktü. Dudaklarını büzdü, küçük kızın gözlerinin içine baktı. Sonra ipi yavaşça çözerek şöyle dedi:

"Seni şimdi bağlamam lazım yoksa kaybolursun... tamam mı?"

Sesindeki titreme, dökemediği gözyaşlarının ağırlığını ele veriyordu. Sanki bu sözleri karşısındaki kızı değil de, kendisini ikna etmek için söylüyordu.
Küçük kız titreyen elini annesinin yanağına koydu. Bakışlarında derin bir kanaat arıyordu. O da biliyordu... biliyordu ki bu bir ayrılıktı. Ama yine de sordu:

"Geleceksin ama... değil mi anne?" sesinde ve konuşmasındaki aksantı yaşının çok küçük olduğunu gösteriyordu. Küçük kız gözünü annesinin gözlerine dikti, küçük bir umut istiyordu sadece. Kadın ise kızının bakışlardaki umut isteğine ve içinde kopan fırtınaya daha fazla dayanamadı. Sol gözünden bir damla yaş süzüldü. Ama yağmur damlalarıyla birlikte kayboldu. O kadar güçsüzdü ki, kendi acısını bile sahiplenemiyordu.  "Geleceğim annecim..." Ama sesi o kadar çaresizdi ki, artık yalan bile değildi. Kadın, elindeki ipi titreyerek çözdü ve kızını ağacın gövdesine yasladı. İpin üzerinden kayan yağmur ellerini üşütüyordu ama içindeki acı daha da soğuktu.

"Affet beni kızım..." diye fısıldadı, ama güçsüz kelimeleri dudaklarından çıktığı anda fırtınanın sesinde kaybolmuştu. İpi dikkatlice ağacın etrafına doladı ve bir düğüm attı. O kadar sıkı bağlamıştı ki küçük kız hiç kıpırdayamıyordu. Annesine baktı ve ellerinin titrediğini hissetti. Kadın son gücüyle kızının önünde diz çöktü. Sanki gülümsemeye çalışıyor gibiydi, içindeki bütün enerjiyi topluyordu. Ama bu bir veda gülümsemesiydi...

"Çok güçlü bir kız olacaksın Cansu... İsmin kadar güçlü, ruhun kadar derin, su gibi akıcı ama su kadar çok güçlü bir kız..." Küçük kız annesine baktı. Yüzünde bir gülümseme yoktu ama içinde bir his vardı; küçük yaşıyla bile bunun son olduğunu hissediyordu. Annesi kızının yanağına yumuşak bir öpücük kondurdu. Ama bu öpücük onu ısıtamadı. Küçük kız huzursuzca kıpırdandı. İpler o kadar sıkıydı ki nefes almasını bile zorlaştırıyordu.

Zayıf bir sesle "Anne, ellerimi oynatamıyorum... Aç ipi!".

Kadım bir an durakladı. Gözleri doluydu ama ağlama şansı yoktu. Ağlasa gidemezdi. Ayağa kalktı ve kızına son bir kez baktı ve arkasına bile bakmadan koşmaya başladı. Küçük kız arkadan çığlık atıyor, çırpınıyordu ama boş çırpınışları sadece canını yakıyordu, güçsüz çırpınışları ipi çözmeye yetemezdi. Annesine bağırıyordu ama sesi yağmurda kayboluyordu.
"Anne! Çabuk dön!" Ama kadın çoktan gözden kaybolmuştu. Sokakta sadece yağmur sesi ve ağlayan bir çocuk sesi kalmıştı.












Merhabalar yeni bir hikaye ile karşınızdayım🙈🤎 Çok uzun bir süredir aklımda olan bir hikayeydi, demek kısmet bu güneymiş✨.

Başladığınız tarihi buraya bırakırsanız çok sevinirim🤎✨

Sağlıcakla kalın 1ci bölümde görüşürüz🤎
...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 18 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Farklı ŞehirlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin