one

27 3 12
                                    

"tomlinson, daha iyisi olabilirdi."  dedi mr.cowell, sınıfta sınav kağıt milarını dağıtıyordu. louis önündeki kağıda dikti gözlerini, daha doğrusu yalnızca sol üst köşedeki "82" notuna.

düşük bir not değildi, özellikle de ileri derece matematik sınavı için, ama louis bundan daha iyi yapabileceğini biliyordu. uykusuz kalmıştı ve sınav boyu başı ağrımıştı, ama bu onun için geçerli bir bahane değildi tabii ki. derin bir nefes aldı ve hayal kırıklığıyla önündeki kağıda bakmaya devam etti. 

ne olurdu ki daha çok çalışsaydı? daha yüksek notlar almalıydı, 82 tabii ki yeterli değildi.  louis'in problemi de buydu işte; asla tatmin olmazdı. arkasındaki sınıf arkadaşlarının fısıltıları kulağını dolduruyordu:

"baksana louis'e, çocuk 82 almış ama hala sevinmiyor. ben o notu alsaydım..." bla bla bla.

louis bunları duymaktan bıkmıştı, özellikle de hiçbir zaman iyi notlar için emek verip de karşılığını alamamayı deneyimlememiş geri zekalı sınıf arkadaşlarından. onlar liseyi yalnızca ileride çocuklarına anlatacak anılar olarak görüyorlardı, iyi notlar umurlarında bile değildi, yalnızca eğlenmek istiyorlardı.

louis onlar gibi olmayı çok isterdi; umursamamayı, düşünmeden eğlenmeyi, takıntı yapmamayı... ama elinde değildi, her zaman en iyisini istiyordu. 

ya en iyisi olurum, ya da hiç.

kafasında her saniye dolanan cümle buydu. başarılı olmadığı sürece hiçbir değeri olmayacağına inanıyordu, ona göre hayattaki önemi akademik başarısına göre belirleniyordu.

sıra arkadaşı, aynı zamanda en yakın arkadaşı, harry'nin omuzuna dokunmasıyla düşüncelerinden sıyırılıp gerçekliğe döndü.

"iyi misin?" harry bunu sorarken yüzünden endişe açıkça okunuyordu, louis'in notunu görmüştü ve 4 senelik en yakın arkadaşının şu an neler düşündüğünü tahmin edebiliyordu az çok.

"iyiyim." louis kısaca cevap verdi ve sınav kağıdını daha sonra yanlışlarını analiz etmek üzere çantasına kaldırdı. harry omuzunu nazikçe okşadı, söylemese bile biliyordu louis'in iyi olmadığını.

"çıkışta kahve içelim mi? hiç eve gidesim yok şu an, babamı biliyorsun."  harry louis'in kahve içmeyi ne kadar sevdiğini çok iyi biliyordu ve kafasını dağıtması gerektiğini düşünüyordu. normalde reddedeceğini de bildiğinden konuyu babasına getirip biraz duygu sömürüsü yapmıştı, louis'in yumuşayan bakışlarını görünce de işe yaradığını anlamıştı.

louis iç çekti, eve gidip ders çalışması gerekiyordu, ama arkadaşının babasından bahsetmesiyle yüz ifadesi yumuşamış ve onaylarcasına başını sallamıştı. "olur, ama fazla kalamam, ders çalışmam gerekiyor." 

harry hemen başıyla onayladı, en azından gelmeyi kabul ettiği için sevinmişti. louis'i her sorun yaşadığında kendini etraftan izole edip yardım etmeyi reddedeceğini bilecek kadar iyi tanıyordu.

zaten son derste oldukları için zaman hızlı geçmiş, okuldan çıktıktan sonra louis'in en sevdiği kafeye doğru yol almışlardı. louis direkt oturup sigara yakarken harry ikisinin de kahvelerini alıp gelmişti. bu onların rutini haline gelmişti; louis okulda sekiz saat uzak kaldığı nikotinine kavuşurken harry louis'e bir americano, kendisine ise louis'in ismini hatırlamaya zorlandığı şuruplu ve kremalı kahveden alırdı. 

"ekim ayındayız ama buzlu istersin diye düşündüm." dedi harry en yakın arkadaşına kahvesini uzatırken. "buzlu americano'dan vazgeçmem için kar fırtınasında olmamız gerekir." dedi louis hafifçe kıkırdayarak. harry de onunla birlikte gülüp kendi kahvesinden bir yudum almıştı. louis sigarasından bir duman çekerken harry eliyle paketi işaret etti, bağımlı değildi ama arada bir louis'le içmeyi severdi. louis başını onaylarcasına sallarken iç çekti, harry'nin sigara içmesini sevmiyordu. kendisi yıllardır, 17 yaşında olmasına rağmen, içtiği için nasıl bir illet olduğunu biliyordu ve en yakın arkadaşının da sağlığını bozmasını istemiyordu. 

harry paketten bir dal alıp louis'in "28" yazılı yeşil çakmağıyla yaktı. bu çakmağı kendisi doğum günü hediyesi olarak yaptırmıştı ve neredeyse bir yıl geçmesine rağmen louis hiç başka çakmak kullanmamıştı.

"sadece bir tane, tamam mı?" harry ilk dumanı ciğerlerine çekerken louis ciddi bir sesle konuştu. "tamam anne." harry dumanı üflerken alaycı bir sesle söyledi. louis sessizce güldü, sevdiklerine, en çok da harry'e, karşı her zaman korumacı davranırdı.

konu konuyu açarken uzun bir süre boyunca saçma sapan şeylerden bahsettiler, 17 yaşındaki iki ergen liseli olarak tabii ki okulda dönen kaos ve drama hakkında konuşup kritik yapmayı çok seviyorlardı.

"...sana söylüyorum, bence sıkıntı brad'de. stella'ya ayrılalım diyen o değil miydi?"

"evet, ama stella'nın ayrılmadan önce simon'la öpüştüğüne dair şeyler duydum..." 

havanın kararmaya başlamasıyla louis kolundaki eski tip dijital saatine baktı ve saatin yediyi biraz geçtiğini gördü, üç saattir oturuyorlardı. sonuna geldiği sigarayı küllükte söndürdü.

"artık kalksak iyi olur, hazz. ders çalışmam gerek." dedi. harry de başıyla onayladı, kısa bir süre de olsa louis'in kafasını dağıtabildiği için mutluydu. 

"haklısın, eğer bu ödevi de yapmazsam manyak tarihçi beni sınıfta bırakacak." dedi hafiften gülerek. louis de gülerek karşılık verdi ve beraber kalkıp kafeden çıktılar. harry'nin evi daha yakındı ve louis kendi yoluna ters de olsa her zaman harry'i eve bırakıp öyle eve giderdi. harry her seferinde buna gerek olmadığını söylese de louis onu duymamış gibi yapardı. 

louis harry'e karşı fazla korumacı davrandığını biliyordu ama engel olamıyordu, kıvırcık çocuğu fazla önemsiyordu ve kendi başına gelen hiçbir şeyin onun başına gelmediğinden emin olmak istiyordu.

bu yıllardır böyleydi, louis hiçbir zaman harry'e karşı neden daha farklı olduğunu sorgulamamıştı.

belki de sorgulamalıydı.

selam, sınav senemden biraz kafamı uzaklaştırmak için yazmaya başladım ama devamı nasıl gelir bilmiyorum, beni bilen bilir bir anda yok olup aylarca geri gelmeyebilirim sağım solum belli olmaz hajkaomlzöaş

neyse umarım güzel olmuştur<3

defenceless // larry stylinsonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin