2. Bölüm

46 19 11
                                    

2. Bölüm: Kimin yanlış ya da doğru olduğu önemsiz

Orman, gece çökerken derin bir sessizliğe bürünmüştü. Kar taneleri, soğuk rüzgarla dans ederek gökyüzünden usulca düşüyordu. Ağaçların dalları, karla kaplanmış ve geceye gömülmüştü. Ormanın derinliklerinde, neredeyse saklanmış gibi gözüken beden ise bu sırada beyazlıkların üzerinde hareketsiz şekilde yatıyordu.

Seonghwa'nın vücudu, adeta ormanın bir parçası haline gelmişti. Beyaz saçları, karın üzerinde daha da solgun görünüyordu, mavi gözleri ise kapalıydı. O, özgürlüğe dair umudunu taşırken, soğuk ve açlıkla savaşırken, bedeni adeta doğanın koynuna teslim olmuştu. Yüzü, soğuk rüzgârın etkisiyle hafifçe titriyordu. Kar taneleri, ona birer birer dokunarak vücudunu kaplıyorken omega derin bir uykunun ötesinde, adeta hayatla olan bağlantısı giderek zayıflamış şekilde uyumaya devam ediyordu.

Ormanın sessizliğini ve derin karanlığını bölen tek şey, oradan geçmekte olan Alfa'nın ağır, ama bir o kadar da kontrollü adımlarıydı. Her hareketi, yılların avcılık tecrübesiyle doluydu; her bir dalın çıtırtısı, her bir rüzgâr uğultusu, gözlerinden ve kulaklarından kaçmıyordu. Bu gece ise soğuk havada garip bir şey vardı, onu tetikte tutan bir şey. Hafif kan kokusu, ince bir sis gibi etrafa dağılmış ve temiz kar kokusunun arasına sinsice karışmıştı. Burnunu sızlatıyordu. Kokuya odaklanırken adımlarını hızlandırmış ama sessizliğini bozmamıştı.

Kokunun kaynağına yaklaştığında, karanlığın içinde, ne olduğunu anlayamadığı bir şey gördü. Önce gözüne belirsiz bir gölge gibi geldi, fakat dikkatlice baktığında yerde yatan bir beden olduğunu anlaması çok sürmemişti. Kar taneleri, ağır ağır üzerine düşüyor, donmuş bedeni örtüyordu. Neredeyse karla bütünleşmiş, hayaleti andıran bir görüntüydü. Alfa, sessizce yaklaşırken, gözlerini bedene dikmiş, detaylıca inceliyordu yabancı silueti.

Normalde karşılaştığı kurtlardan çok farklı gözüküyordu.

Beyaz saçlar, tıpkı kış gibiydi; soğuk ve parlak. Her bir tel ışık vurdukça narin kristaller gibi parlıyordu. Teni ise neredeyse solgun, mermere benzeyen bir pürüzsüzlükteydi. Soğukla birleşmiş zarif solgunluğu ise onu sanki yaşayan bir varlık değil, değerli bir heykel gibi gösteriyordu. Ama buradaki en garip şey, bedenden yayılan o büyüleyici zarafetti. Güçlü bir alfanın kaslı, vahşi görünümünden çok farklıydı. Bedeni uzundu, ama kasları zarif bir şekilde şekillenmişti, sanki savaşmak için değil, sanat eserlerine konu olmak için yaratılmıştı. Her detayı bir ressamın fırçasından çıkmışçasına kusursuzdu.

En sonunda birkaç adım daha atarak bedene iyice yaklaştı. Herhangi bir tehlike sezmiyordu. Burnuna kan kokusu daha güçlü çarparken, ona ne kadaryaklaşırsa yaklaşsın beklediği tarzda bir koku alamadığı için şaşırmıştı. Bu varlığın kendine has bir kokusu yoktu. Sanki hiç yaşamamış biri gibiydi...

Tahminlerinin aksine omega değildi.

Soğuk, beyaz surete bakarken, içinden, "belki de farklı bir türdür," diye geçirmekle yetindi. Tüm tecrübelerine rağmen onun ne olduğunu çözememişti. Ve şimdi kapalı gözlerde, donmuş kirpiklerin ardında, ne gizli olduğunu merak ediyordu.

Alfa, yabancının yanına yavaşça diz çökerken, parmağını nazik bir dokunuşla boynuna değdirmişti. Parmak uçları, buz gibi soğuk tenin altında titrek bir yaşam belirtisi arıyordu. Kalbinin zayıf ama düzenli atışlarını hissettiğinde ise derin bir nefes aldı. Hayatta olduğunu bilmek, ona biraz olsun rahatlık vermişti ama bu durumun geçici olduğunu da biliyordu. Yabancının acil bir yardıma ihtiyacı vardı.

Alfa, beyaz saçlarla çerçevelenmiş, ince, aynı zamanda da güçlü hatlarla sanat eseri gibi görünen bedeni dikkatle inceliyordu. Nereden geldiğini anlamaya çalışsa da, ona yol gösterecek herhangi bir ipucu bulamadığından kalakalmıştı. Yabancı adamın yüzündeki her detay, gizemin bir anahtarı gibi görünüyordu; kimdi ve nereden gelmişti?

Fallen StarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin