Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
bölüm, on beş
Saçlarımı usulca okşayan rüzgârın bıraktığı hafiflik, içimdeki huzursuzluğu daha da belirgin hale getiriyordu. Öğlen saatleriydi ve ılık güneş, gökyüzünde parlayan bir mücevher gibi ışığını çevreye saçıyordu. Hamza Silahtaroğlu'nun yanında otururken, nasıl olup da bu kadar yabancı bir dünyaya sürüklendiğimi sorguluyordum. Şanlıurfa'nın saklı cenneti diye adlandırılan Halfeti'ye gelmek benim için beklenmedik bir gelişmeydi; Gaziantep'ten kalkıp Hamza Silahtaroğlu'nun aile dostunun düğününe katılmak, kendimi hiç ait olmadığım bir ihtişamın ortasında bulunduğumu gösteriyordu.
Halfeti Gölü'nün durgun sularının ortasında, büyük bir gemideydik. Suyun üzerinde yavaşça süzülürken geminin görkemi ve iç tasarımının zarafeti beni itiraf etmem gerekirse büyülemişti.
Üzerimde, satenin zarafetini tenime taşıyan soft pembe uzun bir elbise vardı. Çıplak omuzlarıma aldığım kalın siyah kaban, o anki duruşuma ağırlık katmıştı, kendimi fazlasıyla şık hissediyordum. Elvan'ın maharetli elleriyle yapılmış makyajım yüzümde doğal bir ışıltı bırakmış, saçlarım ise hafif dalgalarla omuzlarımdan aşağıya akıyordu. Tepedeki ılık sonbahar güneşi, buluştuğumuz mekâna adeta taze bir yaşam nefesi üfler gibiydi. İçerideki modern tasarım, Güneydoğu'nun zengin kültürel motifleriyle harmanlanmış; her detay, düğünün görkemini ve kültürel derinliğini aynı anda yansıtıyordu. Sıra sıra dizilmiş sandalyeler, özenle yerleştirilmiş yemek tabakları, kaliteli orkestranın yankılanan zarif müziği... Böylesine büyük ve ihtişam dolu bir düğüne ilk kez katılmanın verdiği şaşkınlığın içindeydim. Gelin ve damadın güzelliğini ise zaten anlatılmaya kelimeler yetmezdi. Birbirlerini ne kadar çok sevdikleri bakışlarından bile anlaşılıyordu.
Hamza Silahtaroğlu'nun sağında ben, solunda ise Elvan oturuyordu. Onun karizması ve etrafında toplanan insanların saygı dolu bakışları, düğüne adeta bir kraliyet havası katmıştı. Feribotlarla sürekli gemiye gelen misafirleri izlerken, bu kadar yabancı bir ortamda ne yaptığımı sorgulamadan edemiyordum. Her biri, sanki başka bir dünyanın insanıydı.
Kunter, kusursuz bir takım elbise içinde, jilet gibi duruyordu. Biraz ileride, ilk defa gördüğüm yabancı yüzlerle sohbet ediyordu. O kalabalığın içinde kaybolmuş, ama bir yandan da tüm dikkatleri üzerinde toplamayı başarmıştı. Ona hayranlıkla bakan gözleri fark etmemek için kör olmak gerekiyordu. Halfeti Gölü'nün doğu rüzgârı, suyun üzerinden süzülerek geliyordu. Etrafımızdaki manzaranın büyüleyiciliği, bulunduğumuz geminin görkemini dahi geride bırakıyordu. Geminin her bir köşesi, en ince ayrıntısına kadar özenle dizayn edilmişti ve böylesine planlı bir lüks ortamda bulunmak beni her geçen dakika daha fazla şaşkınlık içinde bırakıyordu. Düğün sahiplerinin ve katılımcıların göz kamaştırıcı servetleri, her hal ve tavırlarından belli oluyordu. Bu düğün, kesinlikle sıradan insanlara ait bir etkinlik değildi.