Element//2

33 2 0
                                    

Cansu çimlere uzanmış parmağıyla havada küçük rüzgârlar oluşturuyordu. Son 2-3 saat içinde bulunduğu yerde neredeyse tüm hava olaylarını denemişti. Evet, buna kasırga başlangıcı da dahildi ama hiçbir sorun çıkmadan rüzgarı dağıtmayı başarmıştı. Geldiğinden beri de en ufak bir sorunla bile karşılaşmamıştı. Ya kendinde böyle bir sorun yoktu ya da Sude bilerek yaptığı bir şeyi bilmemezlikten geliyordu. Her ne kadar birinci düşündüğünün doğru olmasını istese de, içinden bir ses 2.'nin gerçek olduğunu söylüyordu. Eğer öyleyse de hiç şaşırmazdı.

Sıkıntıyla yayıldığı çimenden kalktı ve motoruna doğru ilerledi. İlgilenmesi gereken bir sevgilisi ve evde onu dolaştırması için bekleyen Golden cinsi çok tatlı bir köpeği vardı. Eğer gerçekten Sude'nin başına böyle bir şey geldiyse bu onun sorunuydu. Ondan daha çok bu işe kafa yorması anlamsızdı.

Telefonunu eline aldı ve birkaç tuşa basıp Sinan'ı aradı. 4 çalıştan sonra Sinan o güzel sesiyle konuştu:

-Sevgilim.

-Sinan, napıyorsun?

-Arkadaşlarla dışardayız canım sen?

-Eve gidiyorum şimdi. Yıldız'ı gezdireceğim ama istersen sonra-

-Cansu, aslında araman iyi oldu. Bu akşam için bir yemeğe katılmam gerekiyor. Biliyorsun, babam işlerini bana devretmeyi düşünüyor.

-Tamam canım. Sorun değil. O zaman yarın görüşürüz.

-Tamam, kendine iyi bak.

-Sen de.

Cansu telefonu kapattığında yüzü düşmüştü ama hemen kendini topladı. Aptallık ediyordu. Bütün bu iş yemekleri, Sinan için çok önemliydi. Üniversiteden geçen yıl mezun olmuştu ve mezun olur olmaz babasının yanında işe başlamıştı. Bu onun için çok büyük bir şanstı.

Olgun olmalıydı. Nasıl olsa başka bir gün yeniden buluşabileceklerdi.

Motoruna binip eve doğru yola koyuldu. Yarım saat sonra eve vardığında Yıldız onu kapıda sabırsızlıkla karşıladı. Cansu içeri girer girmez onu dışarı sürüklemeye çalışması durumunun çok acil olduğunun göstergesiydi. O yüzden Cansu hemen kaskını girişteki konsola koydu ve Yıldız'a tasmasını takıp onu dışarıya çıkardı.

Tam da tahmin ettiği gibi Yıldız'ı son anda ağaca yetiştirebilmişti. Biraz daha geç kalsaydı zavallı Yıldız tuvaletini daha fazla tutamayacaktı ve sokağın ortasına pisleyecekti. Bu da Cansu'nun eline bir poşet ve kürek alıp sokaktan o koku bombasını uzaklaştırması anlamına geliyordu. Şimdi ise Yıldız zaten ihtiyacını Cansu'nun ağacın kenarına koyduğu küçük boy çöp poşetine yapmıştı ve bu durumda Cansu'ya düşen tek şey o poşetin ağzını bağlayıp çöp konteynırına atmaktı.

Yıldız'ı götürdükleri 1 aylık itaat kampı onlar için paha biçilmezdi. En azından artık eve pislemiyordu ve sabaha kadar havlamıyordu değil mi?

Havanın serinlemesiyle Cansu montuna biraz daha sarıldı ve Yıldız'la birlikte sokağı boydan boya yürümeye başladılar. Bu tatlı arkadaşının enerjisini bir şekilde atması gerekiyordu. Yoksa sabaha kadar Cansu ve Sude'ye işkence ederek uyutmazdı. Evet, uykusu gelene kadar bir kendisinin bir Sude'nin yüzünü yalayıp dururdu. Cansu bu düşünceyle gülümsedi.

Duyduğu gök gürültüsüyle kafasını kaldırdı. Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı. Aslında yağmur istemiyordu ama havayı değiştirip doğal dengeyi bozması da gereksizdi. Ayrıca da bunu Sude'siz yapamazdı. Bulutlar su ve hava dengesinin birbirine en yakın olduğu yer olduğu için tek bir element hükmedemiyordu.

ElementHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin