Gözlerimi açtığımda kollarımın sıkı bir şekilde bağlı olduğu yatakta değildim. Burası duvarları beyaz fayans döşeli, arada bir yanan ve sürekli cızırdayan floresanların olduğu sinir bozucu bir laboratuar odası değildi. Burası daha çok East Milton'ın yıkık dökük binalarının bulunduğu Woodworth'deki köprü altına benziyordu. Yerimden doğruldum ve neler olduğunu hatırlayabilmek için kendimi zorlamaya başladım.
Ne kadar zamandır uyuduğum hakkında fazla bir fikrim yoktu, sakallarımın uzunluğuna bakarsak yaklaşık birkaç aydır uyuyordum. Buraya nasıl geldiğim hakkında ise zaten en ufağından bile bir fikrim yoktu. Kendimi en son az önce bahsettiğim laboratuvar odasında, kollarım yatağıma bağlı halde, acılar içinde kıvranarak çığlık atarken hatırlıyordum. Benimle aynı durumda olan birkaç denek daha vardı. Kimisinin çığlıkları daha erkenden kesilmişti. Kimisininki daha uzun sürmüştü. Ama hepsi en sonunda bayılmışlardı. Son duyduğum çığlık sesinin ardından 20 saniye sonra her yer benim için de kararmıştı. Sonrasında ise, düşündüğüm kadarıyla birkaç aydır, Woodworth'deydim.
Laboratuvarda benden alınan sırt çantam da yanımdaydı. Bir miktar para bulabilmek umuduyla çantamı açtım. Benim telefonum yerine bana ait olmayan başka bir telefon, bir cüzdan ve bir de zarf vardı. Zarfı elime alıp inceledim. Üzerinde bir şey yazmıyordu. İçini açtığımda bir miktar para ve üzerinde bir not yazılı kağıt gördüm.
"Bu notu okuduğuna göre uyanmış olmalısın. Güzel. Şimdi sırasıyla yazılanları yap. İlk olarak çantana koymuş olduğum telefondan tarihe bak." Telefonu aldığımda bugünün 26 Ağustos olduğunu gördüm. Notu okumaya devam ettim. "6 Mayısta senin de diğerleri gibi öldüğünü düşündükleri için diğer bütün denekler gibi yakmaya kalktılar." Demek ki yaklaşık 4 aydır burada uyuyordum. "Şimdi bunları sindirdikten sonra elindeki paranın bir kısmıyla kendine kıyafet alacaksın. Kalanıyla da Summerfield'a giden bir tren için bilet alıp Summerfield'a geleceksin. Notu elinden bıraktığında telefonun rehberindeki tek numarayı ara."
Anlaşılan beni buraya şu notu yazan adam getirmişti ve uyanacağımdan emindi. Üstelik notta yazdıkları doğruysa eğer, hayatımı kurtarmıştı. Notu bırakıp telefonu aldım ve kurcalamaya başladım. Rehberde "Beni Ara" ismiyle tek bir numara kayıtlıydı. Numarayı aramak yerine polisi arayıp yardım da isteyebilirdim fakat polise gerçeği söylediğimde benimle dalga geçeceklerine dair içimde bir his oluştu. Ailemi aramayı da istemiyordum, sonuçta bu işe kendim bulaşmıştım ve sonuçları ne olursa olsun kendim düzeltmeliydim. Benden 4 ay haber alamadıklarını düşününce, işleri düzene koyarken bana bir zarar geldiği takdirde yokluğuma tekrar alışmalarını istemek bencillik olurdu. Özellikle de kız kardeşim Crystal'a karşı. Numarayı aramaya karar vermem bu yüzden de zor olmadı, dört ya da beşinci çalışta karşıdan orta yaşlı bir adam cevapladı.
"Demek uyandınız."
"Sen kimsin?"
"Hayatınızı kurtaran adam."
"Açıklayıcı cevabın için teşekkür ederim."
"Daha fazlasını söyleyebilmem için yüz yüze olmamız gerekiyor."
"Tüm bu saçmalıklar da ne demek oluyor?"
"Çok fazla sorunuz olduğunu biliyorum Bay Wagner. Eğer East Milton'da kalmaya devam eder ve yaşadığını belli ederseniz, seni boşuna kurtarmış olurum anlıyor musunuz?!"
"Ve ben sana neden güvenecekmişim?"
"Çünkü güvenecek başka kimseniz yok."
"Ailem var. Üstelik param da var." Blöf yapıyordum, ailemin benden umudu çoktan kestiğine dair bir his zaten bütün bedenimi kaplamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Sword
Science FictionKimlerle dost olacağını kendisinin seçeceğini bilir insan. Kaderinin ona neler göstereceği hakkında ise en ufak bir fikri yoktur. O da bunlardan haberdardı, ta ki tek bir içgüdüsel hareketi bütün dengeleri değiştirene kadar. Artık kaderinin karşısın...