Neredeyse yirmi dakika süren yolculuk boyunca kafamdaki her soru, yerini sürekli bir başkasına bırakıyordu. Başta sadece bundan sonra ne olacağını merak ederken en sonundaki tek merakım bu işten sağ kurtulup kurtulamayacağımdı. Tüm sorularımın cevabını Bay-Hayatımı-Kurtaran-Adam'ı gördüğümde ondan almak istiyordum ama içten içe de bana istediğim hiçbir cevabı vermeyeceğini, zamanla kendi sorularımı kendi başıma cevaplayacağımı da biliyordum.
Simon aracı durdurduktan sonra kapımı açmak için indi.
Karşımda çok büyük olmayan bir fabrikadan bozma, duvarları bir yangında yanmış, etrafındaki yapılara oranla pek dikkat çekmeyen bir bina vardı. Birazdan neler olacağını bilmediğim için gerildim. Damarlarımda dolaşan, hücrelerime işlemiş "Divina" bu konuda hiç yardımcı olmuyordu. Sadece fiziksel anlamda değil, duygusal anlamda da güçlenmiştim. Her şeyi daha fazla hissediyordum ve bu beni fazlasıyla zorluyordu. İçimden bir ses buna alışmamın fazla zaman alacağını söylüyordu. Simon eliyle onu takip etmem gerektiğini işaret ederek beni düşüncelerimden ayırdı. Vereceğim tepkiyi kestiremediğim için tepki vermeden arkasından yürümeye başladım. Fabrikanın etrafından dolaşarak dışarıdan depoya benzer bir yere girdik. İçeriye girdikten sonra burasının aslında bir depo olmadığını fark ettim. Uzun uzun birkaç masa vardı, burası eskiden yemekhane olmalıydı. Biraz ilerledikten sonra başka bir odaya girdik. Burası ise küçük bir çalışma odasına benziyordu, bir ofis masasının karşısında karşılıklı iki adet karşılıklı siyah deri koltuk vardı. Simon koltuklardan birini yerinden biraz oynattığında altındaki kapak ortaya çıktı.
Simon kapağı açtığında, kapağın altında aşağıya inen bir merdiven olduğunu fark ettim.
"Buradan sonrasında tek başınasınız efendim. Bir süre ilerledikten sonra karşınıza bir kapı çıkacak. Kapıdan geçebilmek için size verilen kimlik kartını kullanmanız gerekiyor."
"Teşekkürler Simon."
Yolumdan çekildiğinde merdivenlere yöneldim. Merkezi bu kadar gizlediklerine göre gerçekten gizli kalmak istiyor olmalıydılar.
On dakikaya yakın bir süre yürüdükten sonra Simon'ın bahsettiği kapıyı gördüm. Bu sadece laboratuvara giren bir kapı olmaktan çok, başka bir dünyaya açılan bir kapı gibiydi. Kocamandı, çeliktendi. Burası için onlarca güvenlik önlemi aldıklarına adım kadar emindim.
Kimlik kartımı kapının kenarındaki okuyucuya uzattım. Açılan kapının ardından iki güvenlik görevlisi, bir geçiş turnikesi ve bir kapı daha vardı. Turnikeden öylece geçmeye çalıştığımda güvenlik görevlilerinden biri silahına doğru bir hamle yaptı. Elimdeki kimlik kartını ona gösterdiğimde turnikenin yanındaki cihazı gösterdi.
"Güvenlik ihlali protokolünü hayata geçirmek istemezsin." dedi. "Kimliğini cihaza okut."
Sırıttım.
"İstediğimi sanmıyorum."
Turnikeden geçip kapıya doğru ilerlediğimde diğer güvenlik görevlisi heyecanla "Sen Clyde'sın!" dedi. Sakin olan adam boğazını temizledi. Öbürü utanmış gibi kafasını eğdi. "Yani... Siz Clyde Wagner olmalısınız efendim." dedi daha sakin bir şekilde.
"Buralarda bayağı ünlü biriyim galiba." dedim sesimdeki alayı gizlemeyerek.
"İçeri girebilmeniz için yüz taraması gerekiyor." dedi diğeri. Sesinde bir ama gelecekmiş tonuyla birlikte yüzümü buraya tanımlamadıklarını fark ettim.
"Peki içeri nasıl girebileceğim?"
Heyecanlı olan güvenlikçi "Benim yüzümü kullanabilirsiniz!" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Sword
Science FictionKimlerle dost olacağını kendisinin seçeceğini bilir insan. Kaderinin ona neler göstereceği hakkında ise en ufak bir fikri yoktur. O da bunlardan haberdardı, ta ki tek bir içgüdüsel hareketi bütün dengeleri değiştirene kadar. Artık kaderinin karşısın...