12

12 0 0
                                    

Eski bir otelin önündeydim şimdi. Hissediyorum eskileri yad etmeye gelmiştim buraya, geleceğimiz olmayacaktı ama içim kıpır kıpırdı. Mutlu muyum, heyecanlı mıyım, hüzünlü mü, bilmiyorum. Sadece kuru bir his vardı içimde, biraz kasvetli. Yeni bir başlangıç ile yeni bir sonu imzalıyordum ruhumda.

Eski otelin içerisine adımlayınca burnuma kuru bir rutubet kokusu geldi. Belki de şu an içinde olduğumuz durumu en iyi anlatan kokuydu bu. Rutubet kokuyorduk ikimizde, en azından rutubetli bir anı olacağına emindim bu otelde yaşayacaklarımızın.

Resepsiyona doğru adımladığım zaman, yaşlı, tombulca bir adam oturuyordu orada. Biraz uykulu bir hali var, uyuşmuştu belli ki gelen giden olmayınca. Sahi kim gelirdi ki böyle bir otele. Tatil yapmak veya eğlenmek isteyenlerin gelmeyeceği belli. Sadece kirli hazların yaşandığı bir otel olduğu kokusundan bile anlaşılıyor ama hüzünlü bir vedaya ev sahibi olacaktı bu gece, hissediyorum.

Adam beni gördüğü gibi anladı ne olduğumu. Bana bakıp hafifçe sırıttığını gördüm, içimde bir öfke birikti ama belli etmeden söndürdüm içimdeki ateşi. Kimseye bir şey yapmaya hakkım olmadığını biliyorum.

"Roxanne için mi geldin?" dediği zaman başımı salladım. "Yüz onikinci odada, anahtarı ona verdim." dedi ve bana basamakları gösterdi. Sessizce tahta basamaklara doğru yöneldim. Nedendir bilmem her adımımda tahta basamaklardan çıkan gıcırtılı sesleri beynimin bir köşesine işledim. Bu akşam da her şey ayrı bir kasvetli geliyor kulaklarıma.

Teker teker kapıların üzerindeki eski yazıları okudum. Yüz, Yüz on, Yüz onbir, Yüz oniki. O odanın önüne gelince durdum ve kapalı kapıya baktım. İçeriden ses gelmiyordu. Zaten bu otelde bir ölüm sessizliği var. Bir süre öylece dikilip bekledim, kapıyı çalmaya, onu yakından görmeye cesaret edemedim sanki ama bu son şansımdı. Biliyorum. Güçlükle kolumu kaldırdım ve kapıya üç defa güçsüzce tıkladım.

Çok geçmedi eski kapı içimi gıcıklayan bir ses ile yavaşça açıldı. O an kalbime acı bir ok saplandı. Onu gördüm, yakından gördüm. Gözleri önce merakla bakar gibi oldu ama sonra anlayınca kim olduğumu, gözleri iyice büyüdü, büyüdü ve büyüdü. Küçük gözleri açabildiğince açıldı ve dudaklarının titrediğine şahit oldum. Çocukluk arkadaşım, gözlerimin önünde duruyordu. Kalbimden asla söküp atamadığım, yan komşumuzun oğlu. Kim Seungmin. Benim ilk aşkım.

"Chris..." Uzun zaman sonra ağzından adımı duymak, o güzel sesi ile adımı duymak ruhumu okşadı bir an, nazik ama sertçe. "Benim..." dedim, sesim titrerken. Ne yapacağımızı bilemedik. Öylece kalakaldık bir süre. O kapının içinde, ben kapının dışında birbirimize baktık tâ ki o nazikçe gülümseyene değin.

Yüzünde kırık bir gülümseme oluştu ve aniden boynuma sarılan ellerle nefesimin kesildiğini hissettim. "Hoşgeldin." dedi, "Özledim seni." ince kolları benim sert vücudumu sararken, sıcak göğsü ile buluştu. Benim göğsüm. O an oraya gömülmek istedim. Ne yapacağımı bilemedim. Bir çukur gibi içine çekti beni. Çenesi omuzlarıma değerken, yumuşacık saçları yüzümü gıdıklarken, tutamadığım bir damla yaş gözümün kenarından onun çıplak omuzuna doğru aktı.

"Karşılık vermeyecek misin?" diye mırıldandığını duyduğum an girdiğim transtan çıkmış ve belki de son kez olduğunu bilerek ona duru duygularım ile sarıldım. Kollarımı ince ve sıcak beline sarmıştım. Sıcaklığı içimi ısıtıyordu.

"Ben de seni özledim." dedim ve burnuma değen saçlarının kokusunu ona fark ettirmeden içime çektim, en derinlerime nüfus etmesini sağladım. Bir süre öyle sarıldıktan sonra aniden kişiliği değişti. Benden ayrılarak omuzuma hafifçe vurdu ve gülümseyerek, geriye doğru çekildi. O gülümsemeyi de işledim aklımda bir yerlere, unutmamak uğruna. Eliyle içeriyi gösterip, "Gel." dedi. "Burası bizim mekan."

Love Is a Losing Game Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin