Kalplerin sönük ateşi iki ruh eşi birbirini gördükçe ateşlenir, aşıklar birbirlerine baktıkça kalplerindeki ateş harlanır.
Han Jisung ve Lee Minho için ise bu geçerli değildi. Lee Minho'ya bakmak Han Jisung'un midesini bulandırıyordu. Minho ise ona baktıkça kalbine ağrılar saplanıyor, çocukluk aşkını kendi elleriyle kendisinden uzaklaştırmanın acısını çekiyordu. Küçük Minho, ne istediğini bilmez, korkak ergenin tekiydi. Lee Minho ise ne istediğini biliyordu; Han Jisung. Onun gönlünü almak için her şeyi yapmaya hazırdı.
.
.
.Jisung güzel başlayarak tuhaf biten tanışma faslının ardından her ne kadar istemese de zorunda hissettiği için adımlarını malum parka doğru yönlendirmişti. Minho'nun kendisiyle taşşak geçmediğini umuyordu, eski sevgilisinde gecenin üçünde onu buraya çağıracak potansiyeli de görüyordu aslında; sırf zevk için.
Parkın girişine vardığında gözüne banklardan birine tünemiş Minho çarpmıştı direkt. O kadar komik oturuyordu ki onu tanımasa dilenci sanırdı. Histerik bir gülüş atarak eski sevgilisine doğru ilerlemeye başladı. Minho da onun geldiğini fark ettiğinde oturuşunu düzeltmişti.
"Geldiğin için teşekkür ederim.."
Jisung belli belirsiz bir onaylama mırıltısı çıkararak yüzünü buruşturdu.
"Ne söyleyeceksen söyle, sabaha kadar seni bekleyemem."
Minho kafasındaki sesleri susturarak iç çekti.
"Bak ben.. Yani biz, bilirsin ergenlik hataları-"
Jisung işaret parmağını Minho'nun dudaklarına bastırarak onu susturmuştu.
"Bak.. Bize düşen, düştüğümüz yerde beklemek oldu hep. Bekleyecektik ve beklenenler asla gelmeyecekti, gelmedi de. Gelecek dedikleri şey, olmayanlar, gelmeyenler ve kaybedilenler üzerine inşa edildi. Soğuk, karanlık,yalnız ve tedirgin koridorların çatlak duvarlarına asılmış birer gölgeydik bu hayatta. Bir fotoğraf kadrajının dışında bırakılmış sevimsiz bir detay, devam zorunluluğu olmayan sıkıcı bir derstik. Öğrenemediler, onlar bizden vazgeçtiler, biz birbirimizden vazgeçtik. Sen benden vazgeçtin Minho. Hayatta bazı fırsatlar sadece bir kez eline geçer ve bunu değerlendirmeyi bilmen gerekir -ki sen beceremedin. Biz kaybettik, sen kaybettin, ben kaybettim. Her seferinde daha güzel kaybettik, en güzel biz kaybettik... Şimdi izninle, Hyunjin'in yanına gideceğim."
Jisung elini çekerek tiksinmiş bir ifadeyle tişörtüne sildi.
"Bu saatte Hyunjin ile ne yapacaksın?"
"Dediklerimden tek ilgini çeken bu mu oldu amına koyayım!" Jisung kocaman olmuş gözlerle Minho'ya inanamazmışçasına bakarak suratına tokadı geçirdi. Tıpkı o gece onun yaptığı gibi. Sonrasındaysa arkasına bile bakmadan siktirip gitmişti.
.
.
.
Lee Minho yediği lafların ve tokadın etkisinden çıkamamıştı halen. Kafasını dağıtmak amacıyla üç şişe sojuyu diklemiş, soluğu Jimin Hyung'ının yanında almıştı."Geri zekalı herif, sen olsan affeder miydin ulan hödük!"
"Hyung üzerine gitmesene çocuğun, gençlik hatası işte." Jay, siniri her halinden belli olan Jimin'in omuzlarına masaj yaparak onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Köşedeki Beomgyu ve Taehyun ise Jimin'in Minho'yu dövmesi konusunda ısrarcıydı, tezahürat yapıyordular.
"Ya gelmeyin üstüme.. Zaten iyi değilim."
"Belli o belli, leş gibi kokuyorsun lale."
Jimin, Minho'yu yakalarından sarsarak koltuğa oturtmuştu.
"Alın şu geri zekalıyı sulayın da kendine gelsin. Ben de Jisung ile nasıl konuşabiliriz düşüneyim biraz."
"Hyung yalnız bu Han Jisung inatçıdır, keçi inadı var mübarek. Bir keresinde proje ödevi için eşleşmiştik lisedeyken. Konuyu beğenmediği için tarih öğretmeniyle tam üç hafta tartışmıştı değiştirmesi için, istediğini aldı da ha. Tuttuğunu koparıyor herif." Beomgyu pişkin pişkin sırıtırken arkadan bir anda beliren Kai ikilinin arasına dalmıştı.
"Bir bu Minho'nun sikini koparamamış. Maalesef ki.." Dört küçük kendi arasında kıkırdaşırken Jimin şakaklarını ovalıyordu.
"Yeter lan, dalga geçmeyin çocukla. Zaten acı çekiyor.. Şu hale bak lan nasıl çakmış o bücür. Elinin bu kadar ağır olabileceğini düşünmezdim."
.
.
.Han Jisung, şişmiş gözler, kırmızı bir burun ve ıslak saçlarla soluğu Hwang Hyunjin'in kapısında almıştı. Hyunjin kapıya her ne kadar mırın kırın ederek çıksa da minik bebeğini bu halde görünce deliye dönmüştü. Hemen arkadaşını kucaklayarak içeriye aldı ve kapıyı ayağıyla ittirerek kapattı. Jisung iç çekmekle yetinmişti.
Hyunjin, onu en iyi tanıyan kişiydi. Biraz sessizlik ve huzur içerisinde arkadaşının omzunda ağlamasına izin vermişti. Sonrasındaysa üzerindeki sweati çıkararak Jisung'un üzerine geçirdi. Bol olmasına rağmen tatlı durmuştu.
"Güzelliğim benim, seni kim üzdü? Söyle de ağzını yüzünü yamultayım."
Jisung, biraz sakinleştiğinde başını Hyunjin'in omzuna yasladı ve mırıldandı.
"Onunla tekrar gittim o parka.."
Devam etmek istememişti, zaten bu kadarı da yeterliydi Hyunjin için. Bebeğini sarmalayarak sıkıca sarıldı ve saçlarını öptü uzun uzun.
"Saçını kurutalım mı? Hasta olmanı istemiyorum."
"Beni sen taşıyacaksan olur." Jisung'un alay ettiğini bilmesine rağmen onu kucaklamıştı Hyunjin.
Jisung ise ses etmeden huzur içinde onun göğsüne yaslandı. Hwang Hyunjin'in büyük bir kalbi vardı, bu kalbin içindeyse Han Jisung vardı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dauphine | Minsung
FanfictionKalbimin içinde yuva kurdun, kendi ellerinle parçaladın. Ruhuma hayat verdin, bile isteye söndürdün. Nefesimdin, soluğumu kestin. Gençliğimin hırsızı, kalbimin ağrısı.. Tüm bunlara rağmen bana bir yaşam vaadiyle geldin. Bana sevmeyi, sevilmeyi başta...