1.BÖLÜM: Yardım Et!

111 5 5
                                    

Kulağımda çınlayan telefonumun iğrenç sesiyle gözlerim isyan bayraklarını çekti. Sağır olmama sebep olacak bu ses sadece gözlerime değil tüm bedenime elektrik şoku verirken hızla yataktan zıpladım. Ya da zıpladığımı sanıp yuvarlandım ve yan taraftaki komodine kafamı çarptım. Ağzımda bir küfür mırıldanırken hissettiğim acıyla ayılmıştım. Oflayarak ayağa kalkarken benden başka yazın saatin yedisinde kalkan insanların da var olduğu beynimde cevaplanamayan havuz problemleri gibi gereksiz bir yer kaplamıştı. Banyoya giden yolu büyük engelleri aşarak geldiğim gerçeği ise artık çözüm bulmam gereken büyük bir problemdi. Son anda yerdeki yastığa takılıp yere kapaklanmam da bu düşüncemi destekler nitelikteydi. Zamanla yarıştığım gerçeği hızla ayağa kalkmama sebep olurken ayağımın altındaki cips poşeti tekrar düşmemi ister gibiydi. Ben canımın acısıyla uğraşırken bu belayı neden çektiğimi kendime soruyordum. Hayır yani cips poşetinin banyonun önünde ne işi olabilirdi ki? Bir yandan bunu düşünürken diğer yandan da banyodan çıkabilecek şeylerin listesini kafamdan geçirmem gözlerimi kapatmam ve sabır dilememe neden olmuştu. Görmek istemediğim bir manzara olabilirdi karşımda. Bunun düşüncesi bile bende bayılma isteği doğururken kapıyı açtım ve içeri girdim. Gözlerimin önündeki parmaklarımı aralarken gördüğüm manzara küçük dilimi yutmama sebep olabilirdi. Ama bir şey görmüyordum. Hiç bir şey yoktu. Ne lavaboda kıl vardı ne de yemek kalıntıları. Aynanın üzerindeki dolabın kulbunda iç çamaşırı bile olabilirdi. Ama yoktu. Bu şaşırmama sebep olurken dünkü tehdidimin işe yaradığını görmek bana zafer gülümsemesi attırabilirdi. Eğer aptal olsaydım. Kendimi filmin en heyecanlı yerinde katilin uşak çıkmasının yarattığı hayal kırıklığı gibi hissediyordum. Beni aptal zannediyordu ama aptal olan kendisinden başkası değildi. Bunu göstermek de benim bundan sonraki görevim olacaktı. Yanılmadığımı görmek için tuvalet aynasını altındaki dolapları, kirli sepetini açtım ve BİNGO! Tam on ikiden vurduğumu görmek beni düşünmeye sevk ederken tuvalet kağıdına sarılı geçen hafta aldığım börekle bana vermek istediği mesajı bulmaya çalışmayı düşünmedim bile. Onun yanındaki dünkü son dilim pasta ise mahzun bir şekilde kurtarılmayı bekliyordu. Daha fazla dayanamayarak bir şey yapmam gerektiği gerçeğiyle yüzleşip ona haince sırıttım. Sessizce odasına süzülürken uykusunun derin olduğunu bilmek bana büyük avantaj sağlamıştı. Elime aldığım sürahi ile ne yapacağımı biliyordum. Beklenen çığlığı duymam ve üzerine atlamam bir oldu. Onunla boğuşmamızın sonucu baştan belliyken böyle bir riske neden girdiğimi ben bile bilmiyordum. Tam tahmin ettiğim gibi üstüme çıkıp beni gıdıklamasıyla hükmen mağlup oldum. Göz yaşlarımın arasından bırakması için ona yalvarırken bulduğum aralıkta kolunu ısırmıştım. Yükselen çığlıkla hemen oradan sıvışıp kendimi odama attım. Kapıyı kilitlememin kulaklarıma hiç faydası olmamıştı. Yumruk sesleri başımı ağrıtırken üstümü giyinmek zor olmuştu. En sonunda kapıyı açtığımda bir adet bağıran tazcap bulmuştum. Ona tazcabım derdim hep. Sebebi de her yerden yemek çıkması sonucu sincapa, her yerin dağınık olması sonucu tazmanya canavarına benzemesiydi. Kendi kendime uydurup söylemeye başlamıştım. Bir insan banyoda bile nasıl yemek yerdi? Her yeri nasıl dağıtabilirdi? Söz konusu benim şapşal kuzenimse hiçbir şeye şaşırmamak gerekirdi. Bu yaşına gelmişti ama hala çocuk gibiydi. Hayır yediklerini ben yesem beni ülkeye almazlardı, içimde küçük bir ülke barındırıyorum diye. Uluslararası savaş çıkardı. Bağıran tazcabımın yanaklarını sıkarken masum kedi bakışımı attım. Gülmeye başlamasıyla fark ettim ki masum bir kediden çok her şeye benziyordum. Artık çıkmam gerektiği için fazla üstelemedim ve kendimi yollara vurdum. Ama gerçek anlamda. Ayağım takıldı ve yere kapaklandım. Sakarlığım bugün zirveye ulaşırken bir taksi bulma çabalarına giriştim. Normalde her gün taksiyle gidebilecek kadar zengin değildim ama bugün gerçekten çok geç kalmıştım. Daha dükkanı açmam gerekiyordu. On yedi yaşında birine göre gerçekten çok hareketli ve çok yoğun bir hayatım vardı. Annem dedem fenalaşınca Adana'ya gitmek zorunda kalmışlardı. Baş belası kuzenimi de başıma dikmişti. Onunla uğraşmam yetmiyormuş gibi pastaneyi açmam gerekiyordu. Annem işinde iyi bir pastacıydı. Bende bundan nasibimi almıştım tabii. Bu yüzden rahat rahat gidebildi Adana 'ya. On yaşımdan beri annemle beraber pasta yapıyordum. Yiyen herkes en az annem kadar iyi olduğumu söylerlerdi. Bu yüzden onların güvenini boşa çıkaramazdım. Geç kalmamam lazımdı. Çünkü bugün yanımızda çalışan garson kızda pastaneye geç gidecekti ve diğerleri de tatildeydi. Giderek büyüyen pastanemizin küçülmesini istemeyen biri olarak geç kalmamalıydım. Bu düşünceyle caddeye doğru koşmaktan tıkanan nefesime rağmen elimi kaldırdım ve bir taksiyi durdurdum. Kapısını açıp içine binmemle bir şeye çarpmam bir oldu. Kafamı kaldırmamla bana bakan bir adet taş gördüm. Bence taş demek bile hakaretti ona ya neyse. "Allah'ım özenerek mi yarattın Yarabbim!" İçimden bunları geçirmem bile kızarmama neden olurken ben adeta transa kapılmış gibi hissediyordum. Böyle şeylerin filmlerde olduğunu sanırdım oysaki .Ben transa kapılmış gibi çocuğa bakarken bu meteor parçası konuşmaya, benimle konuşmaya, başladı. Sırf bu bile dans etmeme sebep olabilirdi. Dediklerine kulak vermemle tüm büyü bozuldu. "Ya yavaş kızım ya yavaş!" öküzgillerden olan bu arkadaş benim zaten geç kalacak olmamın verdiği deli sinirimi zıplatınca olanlar oldu. Ben sinirlenince, mutlu olunca, üzülünce ve diğer kalan tüm duyguları barındırdığımda çok konuşan ve arada bir patavatsızlık yapan biri olarak elbetteki bu hiç iyi olmamıştı.

KARADUT AŞKIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin