RÜYA

72 2 0
                                    

Yeni bir aşk romanı yazmaya karar verdiğimde bunu New York'da yazamayacağımı fark etmiştim. Ben, John. Aslen New York'luyum fakat hikayemi başka bir ülkede yazmak istiyordum...

Bir sohbet sırasında arkadaşım Mike'a bu fikrimden söz etmiştim. Mike, sürekli Avrupa'ya gidip, gelirdi ve bana aşk insanlarının ülkesi olan İtalya'dan söz etti. Orada üç yüz yıllık bir şatonun olduğunu, o şatonun şimdilerde harika bir otel olarak işletildiğini anlattı.

"Eğer istersen sana orada bir oda ayarlayabilirim" dedi, Mike.

Bunu duyunca çok sevindim ve bu teklifi hiç düşünmeden kabul ettim. Yolculuğumu hemen planladım ve bir kaç gün sonra İtalya'daki şatonun kule odasındaydım. Burası muhteşem bir yerdi. Gizem, aşk ve tarih kokuyordu. Sonsuza dek orada yaşayabilir ve sonsuza dek romanlar yazabilirdim. Bavullarımın odama taşınması ve yerleşmem çok zamanımı almadı.

Bir şeyler yemek için otelin lobisine indiğimde, otel işletmecisi Bay Marko ile tanıştım. Çok nazik ve düşünceli biriydi. Daha sonra öğrendiğime göre otel sahibi bu odayı hemen, hemen hiç kiralamıyormuş. Bu oda sadece özel misafirlerine sunduğu bir odaymış yani manevi değeri varmış.

Bay Marko'ya, "Oda çok güzeldi. Oraya ilk girdiğim andan itibaren harika garip duygular hissettim. Daha da ötesi içimden bir ses bu odada unutulmaz bır aşk romanı yazacağamı söylüyordu" dedim.

İlk akşam güzel bir uyku çekip dinledindikten sonra sabah dışarı çıktım. Uzun bir zaman dolaştım. İçimde garip duygular, anlam veremediğim hisler vardı ve git gide daha da çoğalıyordu. Hayatımda ilk kez gördüğüm bir yer olmasına rağmen burası beni nasıl bu kadar çok etkileyebiliyordu? Burayı sanki daha önceden biliyor gibiydim. Oysa İtalya'ya ilk kez geliyordum.

Ben bu duygular ve hisler içinde gidip gelirken otelde kalmaya başladığım yedinci günümde aşk romanım hakkında fikirler üretmeye başladım ama içimden bir ses bana hiç de düşünmediğim bir aşk hikayesi yazacağımı söylüyordu. Ben modern yüzyıla ait bir hikaye kurgularken, içimdeki ses çok eski, yüzyıllar öncesine ait bir aşk hikayesi yazacağımı söylüyordu.

Bu sırada çalışmaya başlamıştım ve modern bir aşk hikayesi için harika bir giriş hazırladım. O gece sanırım üçe kadar çalıştım ve camları kapatıp yattım. Sabah uyandığımda yazdığım kağıtların hiçbiri masada yoktu ve camlar ardına kadar açıktı. Aşağıya baktığımda bütün kağıtlar otelin bahçesindeki melek heykeli olan havuzda yüzüyordu. Çok şaşırmıştım. Bu nasıl oluyordu? Sanırım camda bir bozukluk vardı ve gece ruzgardan açılıp kağıtlar aşağıya uçmuştu. Bu sorunu otel görevlisine bildirmeliydim. Görevli gelip kontrol etti fakat camda hiç bir sorun olmadığını gördük.

Artık yapacak hiç bir şey yoktu. Çaresiz tekrar yazacaktım. Saatlerdir yazıyordum ama nedense içimdeki ses hiç de güzel olmadı diyordu. İlk defa böyle bir şey başıma geliyordu. Çok garip bir durumdu. Neler olduğunu anlayamıyordum sanki bilmediğim biri içimden aklımı karıştıyor gibiydi.

Bir ara camdan etrafı seyre dalmıştım. Birden sanki gözümün önünde bir sinema perdesi açıldı ve yüzyıllar öncesine ait kopuk, kopuk resim kareleri belirmeye başladı. Bana neler oluyor, diye çok korkmuştum. Uyanıktım ve ayakta duruyordum. Bu resim kareleri de bulunduğum şatoya aitti.

O gece bir karar verdim. İçimdeki sesi dinlemeliydim. Yüz yıllar öncesine ait bir aşk hikayesi yazacaktım. Hem de bu şatoda yaşanmış bir aşk hikayesi olacaktı. Neredeyse sabaha kadar uyumadan bu aşk romanı hakkında düşünmeye devam ettim. Çok harika bir roman olacak diye düşünüyordum. Zaman ve mekan çok farklıydı ve gizemli bir boyuta adımatmış gibi hissediyordum. Aklımda bu düşüncelerle uyuyup kaldım. Rüyamda resim karelerini, gerçek bir film gibi görmeye başladım. Üç yüz yıl önce yaşanan bir aşk hikayesini görüyordum. Kendinı bu şatoda görüyordum ve o zamanlar da halk arasında sözü gecen nüfuslu biri olduğumu fakat evli bir kadına aşık olduğumu gördüm. Çok sevdiğim ve delice aşık olduğum kadın da bu şatoda yaşıyordu. İnanılmaz güzeldi...

Fakat garip bir şey vardı. Kadının yüzü silikti. Sadece onun çok güzel olduğunu ve ona deliler gibi aşık olduğumu tüm kalbimle hissediyordum. Ertesi sabah kahvaltıya indiğimde oteli bana tavsiye eden Mike'dan bir telefon aldım. O da İtalya'ya gelmişti ve yanıma geleceğini söylüyordu. Mike, otele geldiğinde birlikte kahvaltı yaptık. Ona otele ait hislerimden ve rüyalarımdan söz ettim.

Mike bunu duyunca, "Çok garip sanki yüz yıllar önce burada buna benzer şeyler yaşanmış diye duymuştum ama hazin bir aşk hikayesi ve sonu kötü bitmiş" dedi.

Aşkın hazin bir şekilde son bulduğunu duyduğumda kötü hissetmiş ve ayrıntılarını soramamıştım. İçimde tuhaf bir korku hissediyordum. O gece yine rüyalarımda o güzel kadını gördüm ama yüzü yoktu. Bir türlü yüzünü göremiyorumdum fakat onu çok seviyordum. Sanki gerçekten o zamanda yaşıyor gibiydim. Üç yüz yıl öncesinde yaşıyordum.

Böylece her şeyi romanıma uyarlamaya başladım. Artık otelden, hatta odamdan hiç çıkmıyordum. Romanım harika gidiyordu. Yaptığım araştırmaları ve rüyalarımı birleştirerek yazıyordum. Romanımın konusu çok güzeldi. Bölümler ilerledikçe kendimi çok daha garip hissediyordum. Sanki çok daha güçlü bir şekilde buraya ait oluyordum.

Yazarların kurguladıklarına inandığı söylenir. Acaba ben de sadece kurguladıklarıma mı inanıyordum ama böyle değildi ve bunu daha öğrenmiştim. Yine bir gün yazmak için camın önündeki masama geçtim.

Hava çok sıcaktı ve camları açtım. Tam karşımda duran kocaman dev büyüklükteki yaşlı çınar ağacına baktım. Ona baktıkça içim sıkılıyordu ve anlam veremediğim bir rahatsızlık duyuyordum. Oysa o inanılmaz güzellikte, muhteşem bir ağaçtı.

Masama oturdum ve yazmaya başladım. O kadar dalmıştım ki bir ara sırtımın ağrıdığını hissettim. Sandalyemde geriye doğru yaslandım. Gözüm odaya açılan cama doğru kaydı. Camda bir kadın yansıması vardı. Kadın beyaz, uzun bir elbise giymişti. Çok güzel genç bir kadındı. Hemen odanın diğer tarafına baktım. Orada biri var da, cama görüntüsü mü yansıyor diye kontrol ettim ama odada kimse yoktu.

Cama döndüğümde kadın silueti hala camdaydı dikkatlice baktığımda yüzünün yine silik olduğunu gördüm. Hiç bir şey anlayamadım. Ürpermiş ve korkmuştum ama camdaki hayalete bakmaktan da kendimi alamıyordum. Görüntü kaybolana kadar bu hayali hayranlıkla izlemeye devam ettim. Durum aynı şekilde bir kaç hafta devam etti. Her gece camda aynı kadının yansımasını görüyordum. Ben yazıyordum ve o da beni izliyordu. Artık korkmuyordum ama yüzünü görmek için çok güçlü bir istek duyuyordum.


RUH EŞLERİ - 300 YILLIK AŞK HİKAYESİ - (PEK YAKINDA RAFLARDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin