Geçmişe Dair

61 2 1
                                    

Gwhanir günün yorgunluğunu atmadan, ticaretle kafa şişiremiyecek kadar yorgundu. Atı ile kalabalığı yarıyor ve birkaç kişiyi sağa sola itiyordu. Kesesinde kalan 100 dinar ile yapacak hiçbir şeyi olmadığını biliyordu bu topraklarda.

Dalgın ve düşünceli bir şekilde ilerlerken, alnının üst taraflarına, hafifce bir tahta çarptı ve kafasının üstünden geçti.Tahta kalın olsa da görünüşüne nazaran hafifti.Gwhanir her an tetikteymiş gibi kafasını hemen çevirdi.Bu bi tabelaydı. Bir han tabelası. Günün yorgunluğunu atmak ve biraz sohbet etmenin kime zararı dokunurdu ki. Hem bu arada zavallı at da dinlenir ve yalaktan biraz su içerdi. Onca yolu durmayan kırbaçlarla ve yüklerle gelmek çekilmez bir ıstırap olmuştur zavallı hayvan için. Gwhanir eline geçen ilk para ile atı satıp daha çevik bir olanlarından almayı düşünürdü ama artık o günler geride kaldı. Hayvan düşüp ölse arkasına dahi bakmaz, hatta daha rezil bir durumda olursa , uzun süre yol arkadaşı olmuş zavallıyı dahi yiyebilirdi. Atını barın yanındaki yalağa bağladı ve barın o eskimiş ahşap kapısından içeri girdi.

İçerisi bambaşka bir dünyaydı. Dışarısı çöl esintisi ile kavruluyor , tozdan onbeş metre ötesi zor gözüküyordu. Kapıyı sertçe kapattı ve üst merdivenlerden gelen, loş ışıktan başka bir şey göremedi. Dışarının sıcaklığından eser yok, hatta kimi zaman rahatlatıcı bir şekilde esiyordu. Tüm gün burada yatabilirdi, zaten yapacağı başka bir işte yoktu. Merdivenlerden çıkarken yanından zırhlı ve biraz yaşlı bir adam göğsünü gerip Gwhanir'i iterek geçti. Gwhanir ilk başta sinirlense de kavga çıkaramıyacak kadar kadar yorgun ve karamsardı. İteliyen yaşlının yanından iki memlük muhafızı geçti. Bu bir derebey olmalıydı. Yukarı çıkarken son derece dikkatliydi fakat çıktığında her şey çok daha sakindi. Dört metre genişliğinde ve yedi metre uzunluğunda bir binanın gölgesine bakan, iki penceresi olan, sessiz bir meyhaneydi.Pencerenin altında, bolca oturmalık minder ve içeride altı kişi bulunuyordu. Biri dışında herkes oturuyor ve dinleniyordu.Ayakta duran bir askerdi. Bir nord askerine benziyordu. Mat bir zırh ve fırlatma baltasıyla sarranidli olmadığı hemen belli oluyordu.

Gwhanir barı süzerken hancının kendisine bakmakta olduğunu farkedince aceleyle bir sohbet başlatmaya çalışsa da bu "merhaba"dan uzun olmadı.Hancı gayet samimi bir şekilde gülümseyerek buyurun, oturun bayım"dedi. İri yarı , seyrek sakallı bu adam, kardalyada ki en samimi insan gibi göründü Gwhanirin gözüne. Fakat birkaç saniye sonra somurtkan bir ifade takındı." Kardalyanın neresinden geliyorsunuz bayım"diye söze başladı ama bunu gerektiğinden fazla yüksek sesle söyleyince handa ki birkaç insanın dikkatini kendi üstüne toplamıştı. Handaki insanların dikkati üzerine çekilince daha tereddütlü bir şekilde"Svadya demek kısmen daha doğru olur bayım"dedi kısık sesle Gwhanir. Muhabbeti dinlemeye çalışan handaki birkaç kişi kıkırdamaya başladı. Hancı aynı ses tonuyla, fakat daha alaycı bir şekilde söze devam etti."Aman efendim,insan nereli olduğundan hiç tereddüt eder mi?"dedi. Bunu o kadar alaycı bir şekilde söyledi ki gülümsemek için komik bir söze gerek yoktu. Fakat Gwhanir yaşadığı günün ardından şaka kaldıracak halde değildi. Konuşmamak istese de hancı cevabı beklediğini farketti. İnsanlardan uzak olan bir minder seçip otururken konuşmaya başladı."Efendim ,insan nereli olduğunu nasıl bilmez? .Demek istediğim ben bir köyde doğup büyüdüm.Yalibe köyü.Bu köy hem Kergite,hem Svadayaya hem de Rodokların sınırlarına yakındır.Savaşlar olmasa dahi, her altmış yılda bir farklı krallıkların hakimiyeti altına gireriz. Bu durum farklı kültürleri yaşamamızı sağlasa da düşman derebeylikler tarafından, sıkça yağmalanmamıza sebep olur. Bu yüzden ve para sıkıntısından, ticarete atıldım efendim".Hancı eti kesip, sığırın bacağını tekrar duvara astıktan sonra Gwhanire baktı birkaç saniye. Muhabbetten hoşlanmış ve devam etmesini istercesine"devam edin,buyrun" diye bağırdı."En azından bir iki sohbet olur da zaman geçer"diye seslendi, fakat sonlara doğru sesini yükseltmesiyle handaki birkaç kişiye hitap ettiği anlaşılıyordu.

Gwhanir ilk başta sessiz durmayı tercih etse de içini boşalttıkça rahatladığını farketti."Efendim bilirsiniz ki Rodoklar ile Svadyalılar arasında bir savaş başladı. Kral Harlaus zayıf bir dönem geçirse de bu savaşı, gurur ve onur meselesi olarak görüyor ve bir türlü barış anlaşmalarına razı gelmiyor. Onun gururu yüzünden binlerce askerin, yüzlerce çocuğun can vermesi mantıklı mı efendim? Neyse, birgün köy yaşlısına ulaktan bir mesaj geldi.Köyümüze Kral Graveth'in adamları yaklaşıyormuş. Geçtiği yerlerde bulunan, tüm kaleleri kuşatıyor,köyleri yağmalıyor ve şehirleri hakimiyeti altına alıp derebeylerine veriyormuş. Hatta bu olaylar neticesin de Kral Harlous'a bağlılık yemini etmiş derebeyler bile, Kral Graveth'in yanına geçiyor , kısa sürede toprak ve dinar sahibi oluyorlarmış. Bu durum tüm köy halkını paniğe soktu. Köylülerden çoğu göç etti. Köy yaşlısının dediğine göre, Svadya Kardalyadaki beş krallıktan da yardım istemiş, lakin hiç biri güçlü bir dost kaybetmemek adına, Rodok Krallığına karşı çıkmamış. Vaegir Krallığından birkaç derebeyi yardıma gelse de kısa sürede kararlarından vazgeçiyor veya vaegir krallığından geri çağrılıyormuş. Ben ise, köyümden bir korkak gibi kaçıp gitmem diyerek köyü terketmiyodum." Handan birkaç kişinin kıkırdaması, Gwhaniri hem sinirlendirmiş, hem de meraklandırmıştı, hancı da biraz daha yüksek sesle gülünce, Gwhanir olayı kavradı ve daha sinirli bir tavırla sözüne devam etti:"gitmedim".Bunu söylerken daha ciddiydi ve birkaç kişiyi susturabildi fakat bu hancı değildi. Neyse. Kral Graveth'in sancakları nihayetinde köyün çevresini kuşatmıştı. 

O günün akşamında dışardaki çığlıklar, hertarafı kuşatıp kavuran metrelerce alevler ve bağırışmalarla, cehennemi sahneliyordu hayat.Ben kimsesizim efendim, kendimi korumaktan başka bir şey yapamam. Biraz duraksadı ve devam etti, yapmam.Uzun bir süre boyunca,var gücümle alevlerin arasından atlıyor, Rodok piyadelerine görünmeden kaçıyordum ki önüme boydan boya zincir zırh ile kuşanmış bir ağır savaş atı çıktı aniden. At şaha kalkmış  ve üzerime doğru yürüyordu. Atı süren süvari, yaklaşık iki metre boyunda geniş omuzlu, yeşil siyah cübbesinin üstüne mat ve ince işlemeli ağır bir zırh kuşanmıştı. Bu süvari ya bir derebey ya da bir kral olabilirdi. Sol yanına, yeşil ve siyah cüppeli başka bir süvari de geldi ve konuşmaya başladı yüksek sesle: Kral Graveth köyün deposundan sadece yiyecek ve birkaç yün çıktı. Diğer erzaklar evlerle beraber yandı. Lakin Kral Graveth bana bakmaktaydı.

Bu kral muhabbeti handakilerin dikkatini toplamış ama birkaç kişi de uydurmadan ibaret olduğunu düşünerek dinlememeye çalışıyordu."Kral Graveth bana baktı. Bakışlarından sinirli mi, acımasız mı yoksa mutlu mu olduğu anlaşılmıyordu. Atının sağ tarafından
bir kraliyet kılıcını uzattı. Fakat kılıcın sapı bana dönüktü. İlk başta ne yaptığı anlayamadım, kılıcı buyur edercesine salladı.Bir rodok olmadığım belli oluyordu. Yüksek sesle savaşsana asker diye bağırdı. Şaşkınlıktan ve korkudan titriyor ve olayları muhakeme edemiyordum."

Hancı işini yarıda bırakmış ve nefesini tutmuş bir şekilde Gwhaniri dinliyordu." Kral Gravet belki bu hareketini zevk için, belki asker sınamak için, ya da zararsız halkı katletmeyi görmekten bıktığı için yapıyordu. Bilemiyorum. Kılıcı titrek ellerimle kavradım ve ilk gördüğüm rodok piyadesine koştum. Piyade, kılıcını kınına koymuş, bir köylüyü pataklıyordu. Sinirimden ve korkumdan kontrolsüzce saldırdım. Kılıcı piyadenin omugasına sapladım. Silah beklediğimden ağır ve keskindi, fakat kılıç kemiklerine kadar ilerleyince öldürmek çok daha fazla zorlaşıyordu. Neyse, ilk o zaman cenk ettim ve bir adam öldürdüm. Fakat birkaç saniye sonra arkamda bir Rodok şovalyesi belirdi. Kılıcı kontrolsüzce şövalyeye savurdum ama nafile, kılıcımı tek bir darbeyle düşürdü ve karnıma sertçe bir tekme indirdi efendim. Kılıcını kaldırdı, bense tüm umutsuzluğum ile başımı eğdim. Her saniye saatlere bedeldi. Fakat öldürmedi. Bir emir almasından mı yoksa özgür iradesinden mi bilmiyorum. Karnıma yediğim darbe ile iki büklüm yatıyor ve ağzımdan kan geliyordu. Ellerim arkadan bağlandı. Sonraki hatırladığım, on saat boyunca Kral Graveth'i takip etmemizdi. Hava karardığında, ipleri sessice kesip bir hafif süvarinin atını açık alana saldım. Yayan bir şekilde bozkırlarda atı aradım.Nihayetinde atı bulduğumda, arkama dahi bakmadan oradan kaçtım. Kral Graveth canımı bağışladı ve ben ise kaçtım.Artık anlıylorum ki tutsaklığında bir onuru varmış. Kergit hanlığında bir ay boyunca ticaretle uğraştım.Giyimimi hatta şivemi dahi değiştirdim. Ticaret sırasında başıma bela olan bozkır haydutlarından kimi zaman kaçıyor, kimi zamansa savaşıyodum. Sanırsam kılıcımdan geçirdiğim adam sayısı otuzu geçti efendim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 09, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Mount&Blade WarbandHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin