Basketbol potalarından sol taraftakinin yamuk olduğunu yeni fark etmiştim. Çok az yamuk. Panyaya çizili olan kareden fark ediliyor ama çok dikkatli bakmak gerek. Acaba burada antrenman yapan basketbol takımı bunu fark etti mi? Belki düzeltilebilir.
Potalar çok da umrumda değildi ama anlatılan tarih dersinden daha ilgi çekici gibi. Dışarıya bakıp küçük ayrıntıları izliyor, defterime resim çiziyordum. Türkçe hocası cam kenarında oturmamın nedeninin dersi dinlemek istememem olduğunu anladı maalesef ama tarihçinin benim gibi başarısız çocuklara ayıracak zamanı yok.
En yakın arkadaşım Mert önümde oturuyor. O tarih dersine önem veriyor çünkü önceki sınavda benim gibi o da battı. Babası Mert'in notlarını önemsiyor. Baterisinin pedalında sorun var ve yaptırması gerek. Fakat Ahmet Amca ilk önce notlar diyor tabi ki. Zilin çalmasına 8 dakika var. İki ders üst üste tarihten sağ çıkmak üzereydim. Defterime çizdiğim ve bitmesi koskoca iki ders saati alan Master Chief resminin altına nihayet ismimi yazıyorum, "Doğukan".
Sonunda zil çaldığında ayağa kalkıyorum. Neredeyse herkes sınıftan çıkıyor. Çizimime son kez bakıp defterimi kapatıyorum. Mert de ayağa kalkıyor. "Korkunçtu" lafı ağzımdan almıştı. "Bence de öyle. Bu kadına dayanamıyorum." "Neredeyse uyuyacaktım." "Al benden de o kadar" "Hey istersen sana kahve alayım. Açılırız ha?" Başımla onaylıyorum. Sınıftan çıkıyor. Hava güzel ve herkes bahçede. Ben de camdan yamuk potada basketbol oynayanları izliyorum. Güneşin tadını çıkarmak yerine sınıfta oturmayı tercih eden dört kişiyiz. Kalabalık bir sınıfımız yok. Toplamda on altı kişiyiz. Zaten onuncu sınıflar dört şube. Bizim sınıfta genelde geometride bocalayanlar var. Şansım var ki benim böyle bir sorunum yok.
Bahçeyi ve basketbol sahasını üç dakikadır izliyordum. Ama Mert hala kahveleri getirememişti. Zaten iyice uykum gelmiş, uyumak üzereydim. Ah basketbol takımı yine üstsüz oynuyor ne kadar ilginç(!) Camdan bakmaya devam ettim. Oo şu kızlar onlarla beraber basket oynamaya çalışıyorlar. Canım altında eteğin var. Yapma şöyle şeyler. Hem o potaya atma o yamuk atamazsın. Vaaay attı. Helal kızım sana. Takımımızın kaptan bozuntusu basket atan kıza sarılıyor ve takımındaki herkes kızı tebrik ediyor. Kızlara hava atmak için onları da maça almak... Bu çocukların kafası da anca buna çalışıyor. Diğer kız biraz önce sayı atan kıza bir şeyler söylüyor ve gülüyorlar. İki kızın kim olduğunu o an fark ediyorum. Defne ve Yağmur.
O kadar sinirim bozulmuştu ki kapüşonumun altından kızıl saçlarımı çekiştirmeye başladım. Kendime sakin olmam gerektiğini söylüyordum. Rehber eşliğinde yaptığım basit egzersizlerden birini yapmaya çalıştım. Gözlerini kapat, beş kere derin nefes al ve ver. İşe yaramıyordu. Neden rehberle yaparken işe yarıyor fakat pratikte hiç bir anlamı olmuyor? Nefesim düzensizleşmeye başlamıştı. O sırada Mert geldi. Elinde iki kahve vardı birini bana uzattı. Tutamayacak kadar sinirlenmiştim. "Ne oldu vampir çocuk? Sorun ne?" Kahveleri sırasına koyarken ellerimin titrediğini fark etti. "Hey, Doğukan. Yine sorun nedir?" Sinirden titreyen ellerimle iki güzel kızı gösterdim. "Oh sorunu anladım. Sence de çok büyütmüyor musun?" "Hayır Mert. Tüm yaz boyunca o kızla mesajlaştın. Hatta o ikisi ile bir kere öğle yemeği bile yedik." "Bu hiç bir şeyi değiştirmez. Ben Defneyle mesajlaştım, evet. Fakat yemek meselesi planlanmış bir şey değildi. Alışveriş merkezinin yemek katında karşılaşmıştık. Defneye beraber yiyebiliriz demiştim. Kız hayır diyecek kadar kaba değil." gözlerimi kapattım. Ciddi olamazdı. "O kız sana umut verdi. Ve şimdi Keremle basketbol mu oynuyor?" Omuz silkti. Umursamıyormuş gibi davranıyordu ama umrunda olduğunu görebiliyordum. "Biliyorsun ki Yağmur, Defne'nin en yakın arkadaşı. Ve Yağmur ile Kerem uzun süredir çok yakın arkadaşlar" ellerimle yüzümü kapattım. Daha iyi hissediyordum, olası bir krizi atlatmıştım. "Bir de Yağmur var değil mi?" Mert'in bakışlarını üstümde hissedebiliyordum. Ellerimi yüzümden çektiğimde bana şaşkınlık ve alayla bakıyordu. "Olamaz" "Ne?" "Oğlum sen de mi?" "Ne ben de mi?" "Sen de bu kıza abayı yakmışsın." Kafamı çevirdim. Mert ise gülmeye başladı. Gülmesi bitince konuşmaya devam etti "Onuncu sınıfların yarısı bu kızın ne kadar tuhaf ama aynı zamanda ne kadar güzel olduğunu konuşuyor." "Kapa çeneni Mert." kahvemi verdi ve ikimiz de kahveleri içmeye başladık. "İki en yakın arkadaş başka iki en yakın arkadaşa vurgun ha?" Zil çaldı. "Boşversene." dedim. "Haklısın." dedi ve sırıttı. "İkisi de bize bakmaz."
***Mert'in ağzından***
Onunla gurur duyuyordum. Bir aydır hiç sinir krizi geçirmemişti ve kendisine engel olmak için elinden geleni yapıyordu. Doğukan, vampir çocuk. Benim en yakın arkadaşım hatta kardeşim. Biz beraber büyüdük. Dördüncü sınıftan beri beraberiz. Aynı müzik gruplarını dinleriz, aynı yemekleri severiz, aynı derslerde kötüyüz. Onu seviyorum hem de çok. Ama bunu çok sık dile getirmem. O an bir sevgi patlaması yaşadım ve arkamı döndüm. Kafasını sıraya koymuş gözlerini kapatmıştı. "Seni seviyorum lan." Gözlerini açtı ve uzun uzun baktı. Sesini incelterek "Ben de seni şekerim." Gülmeye başladık. "Mert, Doğukan. Ders anlatmaya çalışıyorum müsaade ederseniz" "Özür dileriz hocam" "Ve Doğukan kapüşonunu çıkar" Zaten altıncı dersti. Artık bitecekti. Özgürdük. Ben eve gidecek ve Selinle görüntülü konuşacaktım ama Doğukan'ın antrenmanı vardı bu gün bize katılamayacaktı. Selin'i özlemiştim. Doğukan da öyle fakat artık beraber vakit geçirmemiz çok zor oluyordu çünkü o artık İzmir'de yaşıyordu. Yedinci sınıfa kadar Doğukan ve benim en yakın arkadaşımız olmuştu. Daha sonra babasının işi nedeniyle gitmeleri gerekti. O günden beri de Doğukan bir kızla Selinle kurduğu kadar yakın bir dostluk kuramadı. Kızlarla arası kötüydü. Cinsiyet ayrımcısı ne olacak.Nihayet zil çaldı ve hoca sınıftan çıktı. Kitaplarımı ve defterlerimi çantama koymak için ayağa kalktım. Sandalyeye asılı olan koyu yeşil çantayı aldım. Kitapları ve defterleri arka göze, kalem kutumu da ön göze koyup fermuarlarını çektim. Doğukan'ın kafasına vurdum. "Hadi hacı kalk zil çaldı." Toplanmasına yardım ettim ve sınıftan çıktık. Kulaklığını kulağına taktı. Birini çıkarıp kendi kulağıma taktım. Bullet For My Valentine çalıyordu. "Rakçı çocuk." dedim. Güldü. İşte o sırada koridorda Kerem, Yağmur ve Defneyi yürürken gördük. Doğukan'a baktım Defne umrumda değildi o an. Sadece Doğukan'ın sinirlenmemesini diledim. "Hey sanırım Master Chief çizimini unuttun Doğukan. Hadi sınıfa gidip bir bakalım."
"Tamam hacı, sakin ol. Biliyorum çocuğun bize yaptığı bunca şeyden sonra arkadaş ayağına Yağmur'un yakınlarında dolaşması sinirini bozuyor ama cidden çok abartıyorsun. Yağmurla konuşmuşluğunuz bile yok. Zaten onu sadece güzel buluyorsun. Keremle arkadaş olması seni neden bu kadar kızdırıyor anlamıyorum" Derin bir nefes aldı "Ben Kerem'in bu kadar kibirli olmasına rağmen hala arkadaş bulabilmesine kızıyorum. Biraz da Defne'ye kızıyorum. Kerem yüzünden başımıza gelenleri biliyor ve buna rağmen hala o egodan boğulmak üzere olan çocukla takılıyor." bir süre sessizlik oldu. "Çizimin çantanda. Ben sadece sinirlenmeni istemediğim için seni sınıfa getirdim" "Biliyorum. Hadi gidelim. İyiyim ben."
Koridorlar boştu. Yürümeye devam ettik. Merdivenlere doğru ilerlerken sağımda yürüyen Doğukan'ın durduğunu fark ettim. Yere eğildi ve yerden bir şey aldı. "O nedir?" "Bir bileklik." "Kimin acaba?" "Nereden bileyim. Ama üzerinde The Pretty Reckless yazıyor Mert. Yani artık benim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzel, Yaratık'ı nasıl sevdi?
Teen Fiction" Ona yalan söylemek istemedim. 'Sana ilk görüşte tutuldum çünkü çok güzelsin' dedim. 'İşte aramızdaki en büyük fark. Ben senin ruhuna aşık oldum' dedi. 'Ruhum sensin.' dedim 'Şimdi ne kadar güzel olduğunu anladın mı?'" Gerçek olaylardan ilham alına...