İlk üç bölüm

188 13 0
                                    


7 Şubat 2007, Çarşamba


Çalışan insanlar için pazar günleri vazgeçilmez bir tutkuyken, öğle sonraları başlayan geri sayımlarla gerilme saatleri başlar. Önümüze sunulan koskoca haftanın düşüncesi karanlık gibi üstüme çökerken, içimden bir ses şöyle diyor;
"Ben senin kâbusunum."
Bunları düşünürken, başucumda duran saatin, sabaha doğru beşe geldiğini gördüm. Üstümden yorganı atıp yatağımdan doğrularak zorlukla kaldırdığım gözkapaklarımı duvara diktim. Mutfağa su almak için geldiğimde rafın üzerindeki dijital takvim, tarihi 7 Şubat Çarşamba olarak gösteriyordu. Yatağa dönüp soğumuş olan yorganın içinde ısınmaya çalıştım. Yatağım hayatın bana gösterdiği soğukluk gibiydi!
Sonra gözüme Ahmet'in fotoğrafı ilişti. Bilmem kaçıncı kez kavga etmemize rağmen her defasında onu affeden ben, yine olduğu gibi affetmiştim. Ahmet'i affetmemin sebebini söylemeden önce beni uykumdan uyandıran rüyanın, bir an için bu olayı gerçek yaşadığımı sandığım şeyi anlatmak istiyorum. Zira rüyamda gördüğüm adamı, gerçekte bulmam için bir işaret olabilirdi bu!
Hiç tanımadığım bir adamla, hiç bilmediğim bir evde karşı karşıya oturuyormuşuz. Adam öylesine yakışıklı ki, karşısında dilim tutuluyor resmen. İçimden bir şey söylemek geliyor ama bir türlü konuşamıyorum. Adam konuşmadığımı görünce kalkıyor oturduğum iskemleden. Karşımda duran büyük kapıdan çıkıyor ve yerine Ahmet gelip oturuyor karşıma. Nedense onu görünce daha bir rahatlıyor konuşmak istiyorum. Yüzüme anlamsızca gülümsüyor. Ona söylemek istediklerim olduğu halde beni dinlemeden büyük kapıya doğru yürüyüp çıkıyor. Peşinden gidip o meçhul büyük kapının ardında neler olduğunu görmek istiyorum.
Sanki yeraltından bir mıknatıs ayaklarımı kendine çekiyor, oraya gitmemem için beni uyarıyordu. Bin bir zorlukla büyük kapıyı aralıyorum. Gözlerim şavkıyan beyaz ışıktan dolayı kör olacak gibiydi. Beni oraya çağıran o his kaybolmuyordu içimden. Az sonra o ışık etkisini kaybetmiş gibiydi. Gözlerimi açtığımda kendimi Zümrüdüanka kuşunun bembeyaz boynunda bir tüy gibi havalandığımı fark ediyorum. Anka kuşu beni masal diyarını hatırlatan bir yere getiriyor. Burada periler, benzersiz güzellikte prensesler, onlara âşık olan kahramanlar, tek gözlü devler, masmavi okyanuslarda siren kayalıkları efsanesindeki denizkızları, şelaleler, ırmaklar, yemyeşil kırların içinde otlanan Unicornlar (Tekboynuzlu at), adı Kerberos olan üç başlı köpekler. Kaf dağını geçince gördüğüm bu mitolojik canlılar yok oluyor. Ama yine mitolojik olan Anka kuşuyla da uçmaya devam ediyorum.
Devasa kuş, beni uçsuz bucaksız, kahverengiye çalan bulutların altında, kurak bir yere bırakıp kayboluyor. Birden önümde sıcaklığı artan bir çukur peyda oluyor ve içinden lavlar fırlamaya başlayınca çığlık çığlığa geriye doğru kaçmaya başlıyorum. Karşımda Ahmet ile iskemlede oturan meçhul adamı görünce başım dönmeye başlıyor. Yer sarsıntıları içinde bayılmak üzereyken gördüğüm son şey, tanımadığım o adamın beni kucaklaması oluyor. Gözlerimi açtığımda kendimi yerde buldum. Meçhul adam bana "İyi misin?" diye sordu. Beynim sarsılıyordu. Her şey çift görünmeye başlamıştı. Yaralanmıştım. Acılar içinde karşımdaki adamın sorusuna yanıt vermeye çalışırken Ahmet elindeki sopayla adamın sırtına vurdu.
Korku içinde çığlık atmaya başladığımda bana güven verici bir şekilde "Korkma!" dedi, acı çekiyordu. "Nereye gidersen git seni bulacağım," dedi ve bayıldı.
Bu rüya beni derinden sarsmış, uyanık olduğum halde bile aklım o adama takılı kalmıştı. Kimdi bu adam? Neden öyle etkili bir şekilde "seni bulacağım!" dedi. Neden rüyama girmişti aniden? Adeta büyülenmiştim bir hayal karşısında. Rüyayı hayra yordum ve Ahmet'le olan ilişkimi düşünmeye başladım. Ta en başa, tanıştığımızdan bu yana geçen zamanı aklımdan geçirdim.
Ahmet'le iki sene önce bir barda tanışmıştık. O akşam, kaçınılmaz bir şekilde gözlerimi ayıramamıştım ondan. Neredeyse kaldığımız tüm saat boyunca onu izlemiş, kız arkadaşım Handan'a heyecanla onu göstermiştim. O da bana "erkekler barda tanıştığı kadınlarla farklı düşünür, boş ver" demişti. Onu dinlememiştim. Çünkü vücudumdaki mutluluk hormonları dur durak bilmeden salgılanıyordu. Birazda alkolün sayesinde cesaretim artmıştı. Aslında pek içki içen biri değilim ama o gün içimden eğlenmek geliyordu ve Handan'la kız kıza gittiğimiz o barda Ahmet benim başımı döndürmüştü.
Ahmet'e göz kırpıp dikkatini çekmeyi başarmıştım. Elinde viski kadehiyle yanıma doğru yaklaşıyordu. Kumral tenli, hafif yeşile çalan gözleri vardı. Yüzü üçgen ve hafif sakallıydı. Geniş omuzlu, hafif göbeği vardı. Üzerinde mavi bir blucin ve beyaz bir tişört vardı. Kaşlarını aldırmıştı ve bu da ona keskin, seksi bir bakış kazandırmıştı. Kendimi hazır hissetmem için birkaç kez öksürüp boğazımı temizledim. Kadehleri masama yerleştirerek elini uzattı.
"Merhaba, ben Ahmet..."
"Memnun oldum, ben de Simay."
Ve böylece Ahmet'le o gece tanımıştım. Ahmet çok farklıydı, nasıl desem, tutarsız bir insandı. Bir günü diğer bir gününe uymuyordu. Ara sıra romantikleşip inanılmaz sürprizler yapıyor bazen de hiç tanımadığım bir kimliğe bürünüyordu. Beni hiç takmadığı günler bile olmuştu!.. İlişkiye başladığımız birkaç ay içinde, Ahmet'in libidosu yükselmiş ve benden cinsel istekte bulunmuştu. O anda kendimi çok tuhaf hissetmiştim. Çünkü daha önce böyle bir teklifle hiç karşılaşmamıştım. Daha doğrusu pek uzun ilişkilerim olmamıştı.
Ona gittiğim bir gün, eve geç geleceğini, bana evde takılmamı söylemişti. Ahmet'le olan samimiyetimize güvenerek eşyalarını rahatlıkla kullanabiliyordum. Sıkılmamak adına bilgisayarından film izlemek istediğim anda bambaşka bir dünyayla karşılaşmıştım. Filmleri kategorize etmişti: AKSİYON, MACERA, ROMANTİK, SAVAŞ, PORNO.
Porno mu? Birden istemsiz bir şekilde titredim!
Ahmet'in nelerle ilgilendiğini, bana neden o teklif ettiğini, izlediği ve hayran kaldığı dünyayı o zaman anlamıştım. Yalnız bir erkekti, bu tarz şeyleri ihtiyacı olabilirdi. Ama bunu alenen yapması tuhaf değil miydi? Çok rahat bir insandı ve porno yazan klasörü bile gizleme zahmetine girmemişti. Sanırım ergenlikte yaşadığı birtakım kalıntılar hâlâ devam ediyordu. O zengin biriydi. Babadan kalma bir şirketi idare ediyordu. Ona bir ara yaşının geldiğini ve neden hâlâ evlenmediğini sormuştum. O da bana çok rahat bir şekilde, evliliğin sıkıcı bir şey olduğunu, tek bir kişiye bağlanmak istemediğini anlatmıştı. Kendimi o zaman aşağılanmış gibi hissetmiştim. Bu ne demekti şimdi; bir kadına bağlanmamak! Böyle bir sözün karşısında durup ona sevgi göstermek tamamen aciz bir durumdu. Şimdi anlam verebiliyordum; neden böyle şeylere gereksinim duyduğunu.
Klasörü açtığımda dehşet verici yoğunlukta film listesi gördüm! Nereden bulmuştu bu kadar filmi? Oradaki insanların gerçek hayatta olacağını mı düşünüyordu acaba? Bu yüzden mi cinsellik onun için bu kadar basite indirgenmişti?
Bu filmleri bir kişi hayal ediyordu, diğerleri ise para karşılığında işini yapıyordu. Bu kendi iradelerinin seçimiydi ama piyasa da onlara bu şekilde davranılmasını emrediyordu. Ahmet gibi kişilere psikolojide Parafili yani "yoğun fantezi, anormal arzular içinde bulunması," anlamına geliyordu.
Başta Ahmet olmak üzere, onun gibi insanlarda, bu tarz filmler yüzünden sevginin, şefkatin, yani "özel" olma gibi şeylerin yeri yoktu. Belki de kadınlara böyle davranıldığını, bu filmler sayesinde öğrenmişti kim bilir! Ruhun başka bir boyutta yaşadığı bir dünyaydı bu. Kadına saygı gösterilmeyen bir dünya... Ahmet gibileri "Değer" diye adlandırdığımız şeylerle dalga geçilecek boyutta bir yaşam modeli çiziyorlardı. Kadınlarla dalga geçmek, acımak, şefkat göstermemek böylelerinin inandığı bir yaşam modeliydi.
Daha fazla dayanamayarak küçük bir krizle bilgisayarı kapattım. Ahmet'in dünyasında "Kadın" diye çizdiği figür, onu cinsel açlığını doyurmasından öteye gitmiyordu. Ahmet'ten korku duymaya başlamıştım. Çünkü o normal şeyler izlemiyordu. Her insan için cinsellik bir ihtiyaçtı ama fazlası sapkınlık ve sapıklıktı. ​
Evet, ben bu yaşa kadar öpme dışında cinsel istekleri olan birisi değildim. Çünkü bu bir yapı meselesiydi ve cinsellik benim için çok özel bir şeydi. Ona anlayacağı bir dille kabul edemeyeceğimi, duygusal bir insan olduğumu ve duygularımı anlamasını istemiştim. İsteklerinde kör olan Ahmet, şiddetle bana saldırmıştı. Yaptığına karşı koymak istediğimde kollarımı kilit gibi bağlamış, hareket etmemem için istediği pozisyona getirmişti.
Boynumu öptüğü sırada korkuyla karışık bir güdüyle kulak memesine şiddetli bir ısırık atmıştım. Cinsel dürtünün vermiş olduğu enerji ısırığımla tersine dönmüş, o enerjinin verdiği güçle çılgına dönmüştü. Yüzüme okkalı bir tokat yerleştirmişti. Sonra elleriyle boğazıma sarılıp, "Ben seninle o barda niye tanıştım ha, karakaşın kara gözün için mi? Sen benim sevgilimsin ve ben bir erkeğim, erkek. Benim de isteklerim var neden beni anlamıyorsun!" diye bağırmıştı. Gözlerimden akan yaşlar, burnumun yanında akıyor, dudaklarımı ıslatıyordu. Ben onu sevişelim diye beğenmemiş, onda baba şefkat duymak istemiştim.
Araya çok ayrılıklar girmişti. Çok defa bana dönmek istediğini söylüyor, bir daha yapmamak adına sözler veriyor, her defasında sözüne kanıyordum. Yine aynı şeyler yaşanıyor, yine ayrılıyorduk.
Bu kısır döngü iki yıl kadar sürdü. Sevgim artık saplantı haline dönmüştü. Beni dövse de, sövse de ben ona aitmişim gibi hissediyordum. Çünkü o gece, barda onu ben istemiştim. O an aklımda olan, yalnız bir kızın düştüğü boşlukta ihtiyaç duyduğu erkek sevgisiydi. Ama günler geçip de Ahmet'in böylesine sapkın bir cinsel boşluğa düşeceğini nereden bilebilirdim ki? Bu yönümü iyi bildiği için ve beni kırmamak adına, "Dayanamıyorum, çok uzadı bu ilişki, uzun ilişkiler bana göre değil, bu seninle ilgili bir şey de değil, sorun bende" diye mazeretlerle kapıma geliyordu. Kavgalara, kalp kırıklarına rağmen ilişkime sahip çıkıyor, bitmemesi için çok tolerans tanıyordum. Onu sevdiğim için bunlara katlanmak zorunda olduğumu hissediyordum.
Bunların tek nedeni sevgisizlikten oluyordu. Sevgi dilenir olmuştum adeta. Anne ve babamı kaybettikten sonra içine düştüğüm boşluk farklı duyguları tatmamı göstermişti bana. Onlar ölünce yalnız kalmanın verdiği acıyı düşünerek, içim sökülene kadar bütün gözyaşımı o gün dökmüştüm. Öylesine bir ağlamaydı ki bu, sanki bir daha hiç ağlamayacakmışım gibi gelmişti.
İşte affetmemin sebebi buydu; Ahmet'i bu psikolojiden çıkarırım umuduyla belki de onun doktoru olmak için yıllarca yaptığı her şeyi kabullendim. Artık biz sevgiliden öte bir şeydik. Adı neydi bilmiyorum! Bugün ise doğum günüydü ve ona sürpriz yapmak istiyordum.
Belki Tanrı kaderimi böyle yazmıştı, kadere karşı gelmem imkânsızdı! Gözlerimi kapattım ve bir iki saat daha uyumaya çalıştım.
Soğuk bir kış sabahında sinir bozucu alarm sesiyle uyanmak gibi kötü bir başlangıç yoktur sanırım. Birkaç saat önce uyuduğum yatak "beni terk etme," dercesine içinde tutuyor. Ama buna mecburdum ve zorda olsa o sıcak yataktan kalktım. Banyoya doğru yürüdüm. Sıcak suyun beni kendime getirmesini bekledim. Vücudumun her yerini sabunladım, saçlarımı yıkadım.
On beş dakika sonra buharlaşmış banyodaki aynayı elimle silip kendime baktım. Bugün kendimi güzelleştirmeliydim. Beyaz tenli yüzümü, yanaklarımı, boynumu bolca kremledim. Dalgalı siyah saçlarımı havluyla kuruladım. Bornozuma sarınıp odama gittim. Odamda çamaşırlarımı giydikten sonra aynanın karşısında saçlarımı taradım. Yüzüme sade bir makyaj yapıp son olarak dudaklarıma kırmızı bir ruj sürerek bakımımı bitirdim. Dışarıdaki soğuğu düşünerek kendimi sıkı sıkıya donatmaya başladım. Gardıroptan yün kazak ve kalın bir manto çıkardım. Kazağıma uygun kot pantolonu seçerek dış görünüşümü de tamamladım.
Vakit geç olduğu için yanıma mutfaktan atıştırmalık bir şeyler alarak evden çıkıp Ahmet'in doğum günü için pastaneye giderek çok sevdiği frambuazlı pastayı alıp üstüne "İYİ Kİ VARSIN" yazdırdım. Dışarıda inanılmaz bir soğuk vardı ve insanın içini üşütüyordu. Bir buçuk milyondan fazla nüfusu barındıran Adana, hafta ortası olması nedeniyle yollarda arabayla ilerlemek zor oluyordu. Ama hiç olmazsa soğukta yürümüyordum ve arabanın içi yeterince sıcaktı. Beş dakikalık yolu yirmi dakikada gitmiştim. Kırmızı ışığa yakalandığım ânı fırsat bilip Ahmet'in iş yerini aradım. Telefon çalarken aynadan kendime baktım. Kendimi gülerken yakaladım. Birkaç çalıştan sonra telefonda bir bayan sesi yankılandı.
"Alo?"
Yüz şeklim aniden değişti.

Bir Dilek HakkıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin