Merhaba!
Beni unuttunuz mu? 😅
Muhtemelen unuttunuz, aylardır güncelleme yapmıyorum sonuçta.
Derslerimin yoğunluğu ve çalışmaların getirdiği yorgunluk ne yazık ki beni yavaşlattı, belli bir süre sonraysa yazmaktan tümüyle kopardı.
Ama geri döndüm ve ölmedim. 😂
Neyse, hikaye artık bir zahmet devam etsin.
İyi okumalar!XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
[Dylan]
Geçitte ilerlemek sandığımdan daha zordu. Her adımla sanki biraz daha ağırlaşıyor, kollarımda yatan sakin Elicie'i taşımak güçleşiyordu. Kızıl saçları bulunduğumuz yerin mor ışığı altında gül kurusu tonuna bürünmüştü ve hafif hafif titreyen güzel kirpikleri birazcık daha uyuyacağını işaret ediyordu."Hey, Dylan?" Bir süredir sessiz kalmış olan Rowen sırtımı sıvazladı. Elleri üstümdeki tişörte rağmen buz gibi gelmişti. "Doğru yolu seçtiğini söylemek istiyorum evlat. Eğer babanla kalmış olsaydın muhtemelen hapı yutmuştuk." Gözleri yavaşça geçitin ucuna odaklanırken dudaklarını yaladı. "Angel öldüğünden beri kafası çok karışık, gereğinden fazla duygusal. Ondan geriye kalan şeylerse, eh, yetersiz geliyor ne yazık ki. Yani, size nasıl davrandığı düşünülürse–"
"Rowen?" Sırtıma pençe gibi yapışmış elinden kurtulup bir iki uzun adım attım. Aramızda yeterli mesafe olduğuna inanıncaysa bakışlarımı Elicie'in burnu hayatımda gördüğüm en ilginç şeymişçesine aşağı verdim. "Lütfen babamdan söz etmeyi bırakalım."
"Evet, evet... Haklısın sanırım, seni rahatsız etmek istememiştim varis." dedi iç çektikten sonra. "Biliyor musun, bunu sana neden söylediğimi bilmiyorum ancak buraya döneceğimi hiç düşünmemiştim."
Yürümeyi bırakıp arkama döndüm. Rowen'ın benle alay ettiğini ya da sırf bana yetişmek için bunu uydurduğunu sanmıştım ancak Rowen ciddi gözüküyordu. Eliyle yarı saydam, hatta hayali duran duvarlara dokunuyor; beliren şekilleri anlamadığım bir dilde okuyarak gülümsüyordu.
"Sen...Yani...Özlüyor musun, şey, özlüyor muydun?" diye sordum. Rowen'ın omzunda çok silik bir X işareti belirmişti ama üstünde dümdüz inen ve ona ait olmadığını tahmin ettiğim bir çizgi daha vardı. Omzunu gözlemlediğimi anlayınca gülümsedi.
"İşaretimin yasaklandığının kanıtı o ortadaki çizgi. Koruyuculuğu bırakır bırakmaz omzumda belirdi." Tekrar duvarlara baktı. Mavi gözleri mora bürünmüştü. "Sorunun cevabıysa hayır. Özlemedim. Burası beni çok hırpaladı, çok yordu Dylan." Her titreşimi ezberlemiş gibi kirpiklerinin ardından izliyordu duvarları. "Ben burada yaratıldım. Buranın enerjisiyle, buranın sihriyle hayat buldum. Bir kristalden oluştum, kristal temsilcilerin son üyelerindendim. Türümüz tükenme tehlikesindeydi, bir canlıdan çok artık üretilmeyen eşsiz silahmışız muamelesi görüyorduk." Bana dönerken gözlerindeki morluk ondan acımasızca alınmış gibi silinip yok olmuştu. "Söylesene Dylan, sen yurdunu terk etmeye cesaret edebilir misin?"
"Evet, Elicie'le birlikte olduğu sürece ederim." dedim kendimden emin bir şekilde. "Beni orada tutan tek şey büyükannem zaten. O öldüğünde pek de zor olmaz taşınmak falan..."
"Halanı sevdiğini sanıyordum?" dedi merakla. Bunu demesi, Zelda halanın iki büklüm vücudunun bir kabusun parçasıymışçasına aklımda belirmesine yetmişti.
"Halamla George Dayı hep uzaktalar, Dexter Amca'ysa pek aile sayılmaz." dedim gözüme girmeye çalışan bir iki tutam saçı üfleyerek geri iterken. Rowen'ı da ailemden saymadığımı söylesem mi diye sordum kendime ama bunun sonra gereksiz olduğuna ikna oldum. Ben onu ne kadar yabancı sayıyorsam Rowen da beni o kadar yabancı görüyordu. Şu an için katlanılabilirdi belki ancak aramızdaki buz dağlarını eritmek için epey uzun zamana ihtiyacımız vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DENGE
FantasyBundan yıllar önce dünyanın dengesini koruyabilmek için "Dengeleyici" adı verilen varlıklar seçilmeye başlanmıştı. Belli bir süre sonraysa bu sıfat insanlara geçmişti. Elicie ile Dylan dengeliyici olmuş pek çok kişiden sadece ikisiydi... Ancak sonun...