İleriki bölümlerden bir kesit.
Eftelya'nın günlüğünden,
Eski bir şarkıyı mırıldanmak özgürlükse, özgürdük hepimiz. Ama o değildi, sert bakışlarının altında yanar gibi parlayan, yeni gün gibi geceye doğan gözlerinde asla aynı şarkıyı bir daha söylemezdi bana. "Bu, bana özel mi peki?" Geçmiş zamanda sorduğum, kırgın sesimde bastırılamayacak, özel bir taraf arayan tınımı duyunca alayla kıvrılmıştı dudağının bir kenarı: Sanki çok özel bir espriye, en özel arkadaşıyla katılarak gülüyormuş gibi genç ve tasasızdı o an için.
"Bunu da nereden çıkarttın?"
Oysa biliyordum, bunda özel bir yan olmasa dahi bana asla aynı şarkıyı ikinci kez söylemezdi. İnce uzun sigarasını dudağından çektiğinde nefesimi tuttum, oturduğu taburenin ayağına koyduğu bir ayağına baktı başını hafif eğip. Geniş bir alın, biçimli ve düz bir burun ve en ünlü heykelleri kıskandıracak kadar güzel oyulmuş biçimli güzel dudakları oradaydı işte.
İki hırçın deniz gibi kavuştuğumuz zamanlara inat, hoyrat bir rüzgar ve rüzgarın savurduğu yaprak gibi uçuşur, kopardık birbirimizden bazen. Ayrı iki uca sürüklendiğimiz, bitti diyerek düşündüğüm-düşündürdüğü- her seferinde bataklığından çıkar, kollarının arasına alır ve hafifçe sarılırdı sanki bırakmak istemezcesine, kırılgan bir nesneymişim gibi naif tutardı kollarının arasında.
Bir zaman sonra, unutmuşken tam ayrılmayı, özlemeyi hatırlatır ve bir sabaha karşı çeker giderdi, mutfak tezgahının üzerinde dumanı tüten bir kahve olurdu, tam istediğim gibi sütü ve kahvesi eşit miktarda, hafif şekerli. Yanında yiyeceğim minik turtaların şekeriyle birleşince, şeker komasına girmeyeyim diye. Sanki bilirdim ne zaman gittiğini, gözlerim ardına kadar kapanırdı o an tam tersine, gittiğini görmemek için sımsıkı yumardım gözlerimi.
Ve sessizdi Demir. Sessiz yürür, sessiz konuşur, sessiz yemek yer ve sessiz iş yapardı. Oysa hayatımdaki rolü öyle sesliydi ki, yankısı Everest'e ulaşır,Dünyayı birkaç kez tavaf eder ve büyük patlamayı kıskandırarak sıçrardı sanki tam kalbimden tüm evrene, her yeri kaplardı. Ve yalnız kaldığımda üstümde çığ gibi büyürdü bu hüzün.
Geri dönmesi kaç günü, kaç geceyi alırdı, saymaktan yorulsam da bıkmazdım ve çoğunu da ezberlerdim. Özür dilemezdi geri döndüğünde, bende hiç kırılmamış gibi yapardım zaten. Yuvasız bir Çalıkuşu misali ürkek, gidecek yeri olsa da olmayan, ne yapacağını bilemeyen biriydim. Kendine tahammülü olmayan Demir'e bakmayı seven, bir parça da sakarlığıma gülüyor diye içten içe kalbimi asla belli bir oda sıcaklığından aşağı düşürmeyen bu adam içindi belki de. Susardım işte. Şarkılarımıza dalardık, bazen çaldığım parçaya eşlik ederdi Demir. Nadiren alırdı herkesin içinde eline enstrümanını. Bazen içimi yakardı sessizliği, bazen gürültülü iş yapardı her zamankinin aksine, sesli severdi yanındaki bedeni, içimi acıtırdı manasızca. Aşık değildim Demir'e. Aşkın ne olduğunu da bilmiyordum gerçi tam, ama Demir demişti bana, "Aşık olduğunda ben sana söyleyeceğim, bu seninki aşk değil." diye. İnanırdım bende. Demir diyorsa, sendeki aşk değil, diye. Öyledir. Ne ben Şirin'dim sonuçta, ne de o Ferhat. Sürünüyorduk kendi hayatlarımızın içinde. Ben bölerdim yüreğimi, onu affetmek için, dolu dolu Demir olsun isterdim kalbim yeniden. Onu sanki minimalize edip, kalbimde saklayabilirmişim gibi. O anlamazdı, daha çok savururdu beni,dört bir yana dağılırdım, geri giderdi sonra.
Her gidişinde, eski bir şarkı bırakırdı bana. Usulca saçlarımda dolanan ellerini hissederdim. Uyumadığımı bilirdi, ben de gideceğini bilirdim tabi. Ne o uyandığımı anlamış gibi davranırdı, ne de ben gittiğini anlamış gibi. Aklım başıma çok sonra gelirdi tabii. İlk birkaç dakika, kapının kapanan sesini duymaktan çok hissederdim, üzülmezdim o an. Diyorum ya, sonradan aklım başıma geliyordu galiba benim. Ya da ilk başta avaz avaz hıçkıran göz yaşlarımın sesini bastırıyordu kalbimin korku dolu atışı, bilemiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESKİ ŞARKI
Romanceİzleri kalbine değil, omzuna gömerdi Demir ve belki de bu yüzden dokunulmasını istemezdi omuzlarına, yeterince yükünün olduğunu avaz avaz bağırırdı sanki yorgun, kaskatı omuzları. Kendini çekip çıktığında kara batağından, Eftelya'yı alırdı hemen ko...