Her ne kadar karşımdaki kişi az önce gitar çalarak beni etkilemeyi başarmış olsa da benimle bu şekilde konuşması ona sakin bir şekilde cevap vermek için kendimi zorlamam gerektiği anlamına gelmezdi. "Hey, yeşilli!" demesi bir yere kadardı ama kulaklarımda sorun yoktu yani. Sorun kendisindeydi. Bir insan neden aşağıya top haline getirdiği gitar tellerini atar ki?
"Ne var?" dedim, kendime bunun normal olduğunu hatırlatmaya devam ederken. Ama bu pencerede duran ve o harika gözlere sahip olan çocuğa hayran hayran bakmamı da engellemek anlamına geliyordu ve bilirsiniz, bunu yapmak biraz zor geliyordu.
"Gitar telleri. Beşinci kat, yirmi iki numara. Kapının önünde bekliyor olacağım." dedi, gülümsedi ve pencereyi kapatıp içeri gitti. Ben de orada o gülümsemenin ne kadar tatlı olduğunu düşünerek biraz zaman kaybettim. Kendime gelmem ve mantıklı düşünmeye devam etmem gerekiyordu. Hemen.
Bu sırada ellerim bilinçsizce toprağın üzerinde dolaşıp telleri toplamıştı. Beynim o an başka şeylere konsantre olduğundan bunun ne kadar mantıklı olduğunu sorgulayacak halde değildi; ama birkaç saniye önümdeki duvara bakmamla beynimin bu duruma konsantre olması ve elimdeki telleri fırlatmam bir olmuştu. Tatil olduğum günleri bu tür şeylerle geçirmemeliydim. Kendisi aşağıya inebilir ve bunları alıp geri çıkabilirdi. Bunu yapma kabiliyeti olmayan biri gibi görünmüyordu.
Bir taraftan da "Bir iyilikten ne olur ki?" diye düşünüyordum. Az önce verdiğim tepkiler anlık sinirimden kaynaklanıyordu ve gitarcı çocuğu normal bir insan olarak düşünerek karar vermem en doğrusuydu.
Bu yüzden telleri tekrar ellerime aldım, ellerim dolu olduğu için apartman kapısını zorlukla açtım ve sonunda içeri girebildiğimde karşımda bir de asansör vardı. Teller her ne kadar top haline getirilmiş olsalar da çok yer kaplıyorlardı ve onları düşürmemeye çalışırken asansöre binip beş numaraya basmak o kadar kolay olmayacaktı.
Telleri elimden düşüre düşüre beşinci katın koridorunda ilerlerken istediğim tek şey yirmi iki numaralı daireye ulaşmaktı. Çocuğu görür görmez elimdekileri verir, diğerlerini de kendisinin toplamasını söylerdim ama öyle olmadı. Yirmi iki numaralı dairenin kapısı kapalıydı ve içeriden bir kadının sesleri geliyordu. Pek kibar şeyler oldukları söylenemezdi, bunların gitarcı çocuğa söylenmediğini umdum.
İçeriden gelen sesler kapıyı çalıp çalmamak arasında gidip gelmeme sebep oluyordu. Bir aile kavgasının arasına düşmek hobilerim arasında sayılmazdı sonuçta. Ama "Kapıyı çalayım gitsin. En fazla ne olabilir ki?" anlarından birindeyken zile bastım ve otuz saniye sonra sesler kesilip kapı açıldığında hata yapmış olduğumu anladım. Konu komşularım olduğunda pek yardımsever olmamam gerektiğini öğrenmiştim.
Kapıyı açan sarı saçlı çocuk, görmeyi beklediğim sarı saçlı çocuk değildi. Boyu ancak belime gelen, gülümseyen, saçlarını karıştırmak isteyeceğiniz tatlı bir tipi olan çocuktu; kardeşi olmalıydı. Elimdeki telleri görünce gülümsemesi biraz soldu. "Bunları şimdi içeri alabileceğimi pek sanmıyorum." dedi ve içerideki seslerden dolayı sebebini aşağı yukarı tahmin ettiğim için "Neden?" deyip çocuğu zor duruma düşürmek istemedim.
"Onları koyabileceğim başka bir yer var mı?" dedim yumuşak bir sesle. Bu çocuk iyi davranılmayı hak ediyordu.
Yüzünden aklına bir şey gelmiş gibi bir ifade geçtiğinde gülümsemesi tekrar canlandı. "Onları asansörün yanındaki küçük dolaba koyabilirsin, ben de abime akşam almasını söylerim."
"Tamam." dedim ve çocuk gülümseyerek kapıyı kapatırken ona el salladım, tel dolu bir el.
Aradan iki yıl geçti ve ben sıkıcı ve kısa bir geçiş bölümü yazdım, üzgünüm. En kısa zamanda diğer bölümü de yayımlamayı umuyorum, iki yıl sonraya bırakmak yok! Oy verir ve yorum yaparsanız beni çok mutlu edersiniz!