1~Garip Şeyler

91 4 6
                                    

Jess, eski püskü pembe bisikletiyle çakıllı yolda ilerlerken hafifçe sarsılıyor, kontrolünü kaybetmemek için direksiyonuna sıkıca sarılırken, pedallarını da ayağından kaçırmamaya özen gösteriyordu. 12 yaşındayken annesi hediye etmişti bu bisikleti. Değiştirmenin vakti geldi de geçmişti bile. Hem, artık boyu da kısa geliyordu Jess'e. Pedallarını çevirebilmek için bacaklarını bir kurbağa gibi kıvırması gerekiyordu, normal olarak bu durumun genç kızın hoşuna gittiği söylenemezdi. Okulundaki zengin züppeler az dalga geçmemişlerdi Jess bisikletiyle okuluna gidince.

"Kaç model bu ha? Antika mı?"

"Hey! Kurbağaların girmesi yasak!"

O günden sonra bir daha bisikletiyle bir yere çıkmamaya yemin etmişti ama an itibariyle yeminini bozmuş bulunuyordu. Hem kime neydi ki Jess' in bisikletinden. Ya da bisikletini sürerken dev bir kurbağaya benzediğinden.

Jess, tüm bunları düşünürken sarkmış alt dudağıyla "ben seviyorum bisikletimi," dedi. Gerçekten seviyordu da. Eskiydi biraz ama yinede işini görüyordu. En azından onu babasının kendi elleriyle yapmış olduğu ağaç eve kadar yürüme zahmetinden kurtarıyordu.

"Eh! Bu da bir şey..." diye mırıldandı genç kız tekrar kendi kendine.

Sonunda dikkatini bisikletinden etrafına vermeyi başarabilmişti. İlerlediği yolun iki tarafı da sık ağaçlardan oluşuyordu. Oldukça yaşlı gibi görünen ağaçların yemyeşil yaprakları insana ninni gibi gelen hışırtılar çıkartırken, bir yandan da uzun ince yolun gölgelenmesine yardımcı oluyorlardı. Sincaplar koca ağaçların dallarına tırmanırken, güneşin son ışıkları minik hayvanların kadifemsi derisini pasparlak gösteriyordu. Batmak üzere olan güneş ise tam karşısında kendini gösteriyordu Jess' in.

Tertemiz havayı ciğerlerine doldurdu. Huzur buydu Jess' e göre. Küçük bir ormanın küçük bir ağacının dibinde saklıydı.

Bisikletini bir ağaca yaslarken elleriyle dizlerini kavrayıp soluklandıktan sonra el emeği göz nuru ağaç evine doğru ilerledi. Bir ağaç ev için fazla konforsuzdu. Jess' in babası, köpekleri Kuku için hazırladığı kulübeden artan tahtalarla ağacın en sağlam dalları olarak gördüğü iki dalın arasına tabanı çakmış, tabanın üzerine de bir battaniye gererek gölgelik alan oluşturmuştu. Tabanın üstünde ise sadece küçük kırmızı bir minder vardı.

"İşte benim krallığım..." dedi hevesle gözlerini belertirken. Turkuaz rengindeki gözlerinin yerini göz kapaklarına bırakırken yüzünde nahoş bir gülümseme eşliğinde kafasını göğe kaldırdı. Yüzüne vuran güneş uzun kıvrımlı kirpiklerinin uçlarını sarımtırak bir renkte gösteriyordu.

Babasıyla ilk kez buraya gelişini hatırladı Jess. Babası sabırla tüm tahtaları ağacın gövdesine çakarken Jess, tek bir laf bile etmemişti. Halbuki, o kadar merak ediyordu ki... Kendi kafasında fikirler üretmeye çalışıyordu. Bir kuş yuvası mıydı? Yoksa ormandaki hayvanlar için bir sığınak mı? Daha yaşı çok küçük olduğu için pek bir şeye benzetememişti açıkçası ama babası üzülmesin diye tek bir laf bile edemiyordu. Ancak saatler birbirini kovaladıkça babasının yapmaya çalıştığı şey epeyce ortaya çıkmış, Jess karşısındakinin bir ağaçev olduğunu idrak edebilmişti. Babası son çiviyi de yerine çaktığında artık Jess tam anlamıyla babasına hayran kalmıştı. Evet, ağaçeve değil, ağaçevi yapan babasına. O an için gözünde bir süper kahramandan farkı yoktu. Koştu, sarıldı babasına. Son sarılışı olacağını bilse daha sıkı sarılırdı halbuki. Kaburgalarını kırarcasına, kokusunu içine çeke çeke, hiç gitmeyecekmiş gibi. Onun için dökülen terlerin ıslattığı yanaklarından öperdi uzunca. Belki yüz, belki beş yüz defa...

Uzunca geçen bir sürenin ardından yanaklarından süzülen yaşları usulca sildi. Kızarmış gözlerini hızla açıp asker yeşili pantolonunun cebinden bir sapan ve bir avuç taş çıkarttı. Taşlardan birini sapanına yerleştirip tek gözünü kapattıktan sonra taşı yerleştirdiği yerden lastiği iyice gerip hedefini belirledi.

Üçüncü RüzgarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin