Büyükanne, Valerie'yi serbest bıraktığında, Lucie kızkardeşine ormandan topladığı çiçeklerle otlardan oluşan bir demet uzattı.
İki güçlü kuvvetli yük beygirinin çektiği araba engebeli yolda ilerliyordu. Oduncular yeni kesilmiş odunların üzerine oturmuştu. Büyükannenin ağaç evinin önünde durdular. Adamların arasındaki yığınlardaki en kalïnından en incesine doğru yükseliyordu. Valerie'ye bakılırsa sürücüler de tahtadan yapılmış gibiydi.Babası. Cesaire, arabanın arka tarafındaydı. Ayağa kalkıp Lucie'ye elini uzattı. Valerie'ye yaklaşmaması gerektiğini biliyordu. Küçük kızı, ter ve bira koktuğu için babasını istemeyecekti.
"Seni seviyorum büyükanne!" Cesaire onu ve annesini arabaya bindirdikten sonra Lucie omzunun üzerinden böyle bağırdı. Valerie kendi binmişti. Dizginler şakladı ve araba tekrar haraket etti. Bir oduncu Suzette'le kızlara yer açmak için yana çekildi. "Cesaire" diye tısladı Suzette kocasına imalı bir bakış fırlatarak. "Bu saatte hala ayık olmana şaşırdım." Valerie böyle suçlamaları daha öncede duymuştu. Gerçek anlam daima zekice bir ima ya da ince bir alayın ardında gizli olurdu. Yine de ne kadar aşağılayıcı olduklarını hissedip sarılırdı.Ablasına baktı. Lucie başka bir oduncunun sözlerine güldüğü için annesi duymamıştı. Lucie ısrarla annesiyle babasının birbirlerine hala aşık olduklarına inanırdı. Aşk abartılı jestlerle değil, sevdiğinin yanında olmak, işe gitmek ve akşamları eve dönmekle ilgili bir şeydi. Valerie bunun doğru olduğuna inanmayı denemişti ama hisleri öyle söylemiyordu. Aşk bu kadar basit ve sıradan olmamalıydı. Arabanın arka parmaklıklarına sıkıca tutunmuş, yere bakıyordu. Birden gözleri kayınca arkasını döndü.
"Bebeğim." Valerie, Suzette'in onu kucağına çekmesine izin verdi. Solgun yüzlü, güzel annesi badem ve un kokuyordu.
Araba, Kara Kuzgun Ormanı'ndan çıkıp gümüş nehir boyunca ilerlerken köyün kasvetli manzarası göründü. Bu mesafeden bile uğursuz bir his veriyordu. Sütunların, sivri uçlu demirlerin ve dikenli tellerin çıkıntıları rahatça seçiliyordu. Ama köyün en yüksek noktası tahıl ambarının gözetleme kulesiydi.
Oraya baktığında insanın ilk hissettiği korkuydu.
Daggorhon dehşet içindeki insanlarla doluydu. Kendilerini yataklarında bile güvende hissetmeyen, her adımlarını temkinli atan, her köşeyi döndüklerinde kalpleri çarpan insanlarla.Köylüler bu işkenceyi hakettiklerini düşünmeye başlamıştı. Yanlış bir şey yapmışlardı ve içlerinde bir kötülük vardı. Valerie bu korku dolu insanları izlerken onlardan farklı olduğunu hissediyordu. Onu dışardaki karanlıktansa içinden gelen korkutuyordu. Ve görünüşe bakılırsa, bir tek o böyle hissediyordu.
Tabii, Peter hariç.
Onun yanında olduğu günleri düşündü. İki korkusuz, birlikte ne kadar eğlenirlerdi! Şimdi köylülere korktukları için öfke duyuyor, arkadaşının gidişinden onları sorumlu tutuyordu.
Dev gibi tahta kapılardan geçildiğinde Daggorhorn, krallıktaki diğer köylerden farksızdı. Atlar yerdeki tozu kaldırarak ilerlerken rastladıkları her yüz tanıdıktı. Sokaklarda sıskalıktan karınları kaburgalarına yapışmış, kürkleri çizgili gibi görünen başıboş köpekler geziyordu. Yüksek verandalara merdivenler dayalıydı. Çatılardaki çatlaklardan fışkıran karayosunları evlerin cephelerine doğru yayılmıştı ve kimse bu konuda bir şey yapmıyordu.
Bu gece köylüler hayvanlarını güvenceye almanın telaşı içindeydi.
Bu gece ezelden beri her dolunayda olduğu gibi Kurdun Gecesi'ydi.Koyunlar toparlanıp ağır kapıların ardına kilitlendi. Tavuklar merdiven basamaklarındaki aile üyeleri tarafïndannelden ele geçirilip evlere çıkarılırken meraktan boyunları öyle bir öne uzatıyorduki Valerie bazılarının kafasının kopacağından endişelendi.